Türklere Anadolu’nun Kapılarını Sonsuza Dek Açan Komutan
Alparslan, Selçuklu devletinin kuruluşunda önemli rol oynayan, Türk milletinin en büyük kahramanlarından biri olan, Horasan Valisi, Selçuklu Devleti Hükümdarı Çağrı Bey'in oğludur. 1029 yılında doğduğu tahmin edilmektedir.
1040 yılındaki Danda Nakan Savaşı'ndan sonra Merv ve çevresinin idaresi Çağrı Bey'e verildi. Gençlik yıllarında babasıyla birlikte bu bölgenin kavgalarına katılan Alparslan, 1050 yılı civarında babası büyüdüğünde tamamen babasına benzemeye başladı ve onun yerini aldı.
Çağrı Bey 1059'da öldü. Tuğrul Bey daha sonra kendi emirlerinden sapmaması için yeğeni Alparslan'ı Çağrı Bey'in makamına getirdi. Alparslan amcasına saygı duymaktan vazgeçmedi.
İyi bir eğitim aldı, çok sayıda zafer kazandı, cesareti ve iyi liderliğiyle ünlendi. Amcası Tuğrul Bey 1063 yılında ölünce, Alp Arslan'ın ağabeyi Süleyman kendi vasiyeti üzerine Selçuklu tahtına atandı ancak Türk beyleri buna itiraz ederek Alparslan'ı hükümdar olarak tanıdı.
Alparslan 1064 yılında büyük bir törenle tahta çıktı. Amcasının veziri olan Amidülmülk Kündiri'yi azlederek Süleyman'ın tahta çıkmasını istedi ve büyük bir devlet kurdu
Tarihin bahsettiği Nizamülmülk'ü kendisine vezir olarak atadı.
Bağımsız beylere karşı mücadeleye başlayan Alparslan, hepsini tek sancak altında birleştirmeyi başardı. Böylece Selçuklu devleti güçlendi. 1064 yılı sonunda Alparslan Bizans İmparatorluğu'na doğru yürüdü. Gürcistan ele geçirildi. İsyan Kardeşi Kavurd'u itaate zorladı.
Alparslan'ın beyleri Anadolu'ya saldırarak sayısız zaferler elde ettiler. Selçuklu devlet teşkilatı, güçlü ordusu ve mükemmel yönetimiyle Orta Asya, kendisini güvende görmeyen ve ekonomik sıkıntı yaşayan Türk topluluklarının sığınağı haline geldi.
Bu nedenle geri dönmemek için Selçuklu topraklarına akın eden Oğuzların hakimiyetindeki Türk boylarının bir kısmı Selçuklu şehzadelerinin hizmetine girerek fetihlere katılırken, bir kısmı da Selçuklu şehzadelerinin emrinde yeni topraklar ele geçirmek için mücadele etti.
Lordlar XI. Yüzyılın başından itibaren kesintisiz olarak devam eden göçler kimi zaman toplumsal bir nitelik de taşımaktadır. Ayrıca rahatsızlık yarattı.
Bu sorun, göçebe Türklerin yaşam koşullarına uygun, Orta Asya'ya benzer, hayvancılığa uygun olan Anadolu'nun fethini gerektirdi. Selçuklu devlet adamları Hıristiyanların elindeki Anadolu'yu fethetmeye kararlıydılar.
Türkleri Bizans sınırlarına göndermeyi devletin resmi iskan politikası olarak görüyordu. Ancak Anadolu'ya ulaşmak için Urmiye Gölü bölgesinden Tiflis'in kuzeyine kadar uzanan bölgelerde Bizans'ın ileri karakolu görevi gören küçük beyliklerin ortadan kaldırılması gerekiyordu.
Sultan Alparslan 1068 yılı başlarında Kafkasya'ya ikinci seferine çıktı. Amaçları Azerbaycan'ı tamamen Selçuklulara bağlamaktı. Bu seferde Tiflis dahil Azerbaycan şehirleri fethedildi.
Anadolu'nun kendilerine kapıldığını gören Bizans, imparatoriçe ile evlenip tahta çıkan Romalı Diogenes'i kurtarıcı olarak gördü. Roman Diogenes, 1068 baharında çoğunluk paralı askerlerden oluşan bir orduyla Anadolu seferine katıldı.
Romalı Diogenes, Orta Anadolu'yu geçerek güneye gitti ve Suriye'ye giderken stratejik açıdan değerli Münbiç kalesini ele geçirerek geri döndü.
Sonraki iki sefere rağmen hiçbir sonuç alınamadı. Diogenes daha sonra 13 Mart 1071'de büyük bir orduyla sadece Anadolu'yu işgalcilerden temizlemek için değil, aynı zamanda İran'a doğru yürüyüp bölgeyi ele geçirmek için Türk sorununu kesin olarak çözmek için dördüncü seferine çıktı.
Bu sırada Sultan Alparslan Suriye'de Fatımilerle savaşıyordu. Sultan Alparslan'ın Suriye'de olduğu sırada gelen Bizans elçisi, imparatorun Malazgirt ve Ahlat karşılığında Münbiç'i Selçuklulara bırakmak istediğini bildirdi.
Teklifi kabul etmeyen Sultan Alparslan, büyük bir Bizans ordusunun geldiği haberini aldıktan sonra ordusunun bir kısmını Suriye'de bırakarak Şam'ı fethetmek üzere Musul'a yöneldi.
Selçuklu burada ordunun yaşlı ve yorgun askerleri terhis edilerek yerlerine hazır kuvvetler getirildi ve çeşitli savaş hazırlıkları yapıldı.
Sultan Alparslan’ın Malazgirt Konuşması
Alparslan, 1071’de Malazgirt Meydan Muharebesi’ne girmeden evvel bembeyaz elbiseler giydi ve “Bu benim kefenimdir!” dedi. Yani kendini cihan şöhretine değil, halis bir iman vecdiyle şehitliğe hazırladı. Askerine, harbe girmeden önce şu veciz hitabede bulundu:
“Kumandanlarım, askerlerim! Biz ne kadar az olursak olalım, onlar ne kadar çok olurlarsa olsunlar daha fazla bekleyemeyiz.
Bütün Müslümanların minberlerde bizim için dua ettikleri şu saatte kendimi düşman üzerine atmak istiyorum.
Ya muzaffer olur gayeme ulaşırım ya şehit olur Cennet’e giderim. Beni takip etmek isteyenler arkamdan gelsin. Takip etmek istemeyenler diledikleri yere gitsinler!
Bugün burada emir veren bir Sultan yok! Emredilen bir asker de yok! Bugün ben sizlerden biriyim, sizlerle birlikte savaşan bir gaziyim.
Peşimden gelen ve nefislerini yüce Allah’a adayanlardan şehit olanlar Cennet’e, sağ kalanlar ise ganimete kavuşacaklardır. Ayrılanları ahirette ateş, dünyada rezillik beklemektedir!
Ey Askerlerim!
Eğer şehit olursam, bu beyaz elbise kefenim olsun. O zaman ruhum göklere çıkacaktır.
Ey Allahım! Niyetim hâlistir bana yardım et. Sözlerimde hilâf varsa beni kahret!”
Sultan Alparslan’ın bu ihlasına mukabil Cenab-ı Hak ona, kendi ordusundan beş misli daha kalabalık bir orduya sahip olan Romen Diyojen karşısında zafer nasip etti.
26 Ağustos 1071 Cuma günü Malazgirt ovasında yapılan savaşta Selçukluların elde ettiği büyük zafer, Anadolu'nun kapılarını Türklere açtı ve dünya tarihine damgasını vurdu.
Sultan Alparslan, 200 bin kişilik ordusuyla gerçekleştirdiği Türkistan seferiyle Selçuklu Devleti'ni tehdit eden Karahanlıları ortadan kaldırmayı amaçlamıştır.
Ancak, bu sefer sırasında, Barzam Kalesi kumandanı Yusuf Harizmî (Barzemî) tarafından kuşatmaya direndikten ve teslim olmak isteyen Barzam Kalesi kumandanına karşı direniş gösterdikten sonra, küçük bir hançerle ağır şekilde yaralanmıştır.
Bu yaralanma sonucunda, Sultan Alparslan, dört gün sonra, yani 24 Kasım 1072'de şehit olmuştur.
Sultan Alparslan, tarihi zaferlerinin yanı sıra çeşitli hizmetlerde bulunmuştur. Medreseler kurarak, ilim adamlarına ve talebelere vakıf geliri ile maaşlar tahsis ederek, imar ve sulama tesisleri yaptırarak önemli katkılarda bulunmuştur.
Aynı zamanda, İmam-ı Gazali, İmam-ül-Haremeyn Cüveyni, Ebu İshak eş-Şirazi, Abdülkerim Kuşeyri, İmam-ı Serahsi gibi büyük alimlerin yetişmesine de destek olmuştur.
İnşa ettirdiği eserler arasında İmam-ı A'zam'ın türbesi, Harezm Camii ve Şadyah kalesi gibi önemli yapılar bulunmaktadır.
Sultan Alparslan, sadece askeri liderlik yetenekleriyle değil, aynı zamanda kültürel ve ilmi katkılarıyla da önemli bir tarihi figür olarak anılmaktadır.