Ülkelerde birden fazla dereceye sahip gündem maddeleri bulunur. Bu gündem maddeleri her ülkenin demografik yapısına, iç ve dış siyaset politikalarına ve halkının beklentilerine göre değişir. Bizim ülkemizde de birinci sırada yer alan gündemler genel itibariyle herkesin konuştuğu, iç veya dış siyasete konu olan meseleler olmakla birlikte siyasetçisinden gazetecisine, sosyal medya kullanıcısından sokaktaki vatandaşa kadar herkesin, desteklediği siyasi görüşün de etkisiyle bir fikrinin olduğu meselelerdir. Bu meseleler de televizyon programları, gazete manşetleri, kahvehane sohbetleri dahil olmak üzere tüm ülkede gündem halindedir.

Ülkemizde bir de ikincil öneme sahip ve toplumun yalnızca belirli kesimleri tarafından gündemde tutulmak istenen konular vardır. Bunlar esas itibariyle siyaset üstü yani siyasi fikirlerden bağımsız olarak insan olmanın, birlikte yaşamanın ve saygı göstermenin gerektirdiği meselelerdir. Ancak bu tarz mevzular bizim ülkemizde azınlıkta sayılabilecek insanlar tarafından gündeme getirildiği için etkisi de az olmaktadır. Son zamanlarda ikincil gündemlerin başını çeken mesele hayvanların haklarını korumak, hayvana şiddet ve tecavüzü önlemek, hayvanların bir mal gibi alınıp satılmasını engellemek için yasal bir düzenleme yapılması ve netice itibariyle hayvanların da canlı olduklarının kabulüyle kendilerine haklar sağlanarak bu hakların kanuni güvence altına alınmasıdır.

İnsanlar olarak kendimizi dünyanın tek hakimi gibi görsek de aslında bu yanılgıdan kurtulmamız hayvanlara ve bitkilere de bakış açımızı değiştirecektir. Hayvanlar ve bitkilerle insanlar evvelden beridir aynı dünyayı paylaşıyorlar. Nitekim dünyamızı güzelleştirmede hayvanların ve bitkilerin etkisi insanlardan çok daha fazladır. En azından çevreye ve doğaya insanlar kadar zarar veren bir hayvan veya bitki türü henüz keşfedilmedi. Bu minvalde biz hayvanlara ve bitkilere karşı ev sahibi konumunda değiliz; onlarla birlikte bu dünyanın sahibiyiz. Aynı evi paylaşan canlıların da birbirlerinin hakkına karşı saygılı olması gerekir. Nasıl ki insanın insana saygı göstermediği ve zarar verdiği durumlarda bunun kanuni yaptırımı oluyorsa, insanın hayvana ve bitkiye karşı verdiği zararların da yaptırımı olmak zorundadır. Ancak bu yaptırım da caydırıcı nitelikte olmalıdır.

Kişinin bir suç işlemesi durumunda başına hukuki ve cezai olarak neler gelebileceğini bilip o suçu işlemekten geri durmasını sağlayacak nitelikte yaptırımlar olması gerekir. Mecliste kabul edilen ve yakın zamanda yürürlüğe girecek olan ‘Hayvanları Koruma Kanunu’ tek başına olumlu gibi görünse de eksikliklerini ve diğer ceza/infaz kanunlarını birlikte değerlendirince bu caydırıcılıktan oldukça uzaktır.

Caydırıcılığın yalnızca kişilerin alacağı hapis cezasıyla olacağı görüşünde değilim. Hayvana şiddet uygulayan veya hayvana tecavüz eden kimselerin alacakları hapis cezasının yanında muhakkak rehabilitasyon sürecine de girmesi gerekmektedir. Bu kişilerin rehabilite edilene kadar toplum içerisine karışması yalnızca hayvanlara değil insanlara karşı da bir tehdittir.

Tüm bunların önünde ne kadar caydırıcı nitelikte ceza olursa olsun bu tek başına suçun işlenmesini tabi ki engellememektedir. Bugün ülkemizde en ağır cezalar kasten insan öldürme suçu kapsamında düzenlenmektedir. Buna rağmen her yıl yüzlerce insan öldürülebilmektedir. Ancak etkin bir eğitim ve bakış açısı değişikliğiyle suç oranları düşürülebilir. Bakış açımızı hayvan odaklı bir noktaya çektiğimizde ve hayvanların haklarını temel alarak yola çıktığımızda konulacak cezai hükümler de değişiklik göstereceği gibi hayvan haklarının farkındalığına sahip olan insan sayısının çoğalmasıyla da hayvanlar sahibi oldukları bu dünyada nihayet ev sahibi gibi yaşayabileceklerdir.

Ancak iğneyi kendimize çuvaldızı başkasına batırmamız gerektiğini, hayvanların da duyguları olduğunu unutmayalım. Hayvanseverlik adı altında bir hevesle hayvan sahiplenen sonra sıkılınca veya bir hayvana bakamayacağını anlayınca sokağa bırakan insanlar, enerji yoğunluğu çok olduğu için hareket etmesi gereken ama fiziki şartlar sebebiyle hayvanlarını bir kafesin içerisine hapseden insanlar da dahil olmak üzere söz konusu hayvanlar olduğunda bakış açımızı ben merkezli değil hayvan merkezli hale getirmemiz gerektiğini bilelim.

Bir yandan ‘Hayvanları Koruma Kanunu’ kapsamındaki eksiklikleri gündemde tutmaya devam ederken bir yandan da bakış açımızı hayvan odaklı hale getirelim. Bunun için de Hayvanları Koruma Kanunu’nu görüyorum ve arttırıyorum…

“biraz da ben öldürdüm köpeğimi.
bakmasını bilemedim.
bakmasını bilemezsen
ağaç bile dikme.
elinde kuruyan ağaç
dert olur adama.
yüzmek suda öğrenilir, diyeceksin.
doğru.
boğulursan
bir sen boğulursun ama.”*

Nazım Hikmet’in Şeytan’a Mersiye isimli şiirinden…