Dünyaya gelmeden, bir ana rahminde yavaş yavaş şekillendirildik.

Birer birer dahil edildik dünya içinde farklı coğrafyalara.

Bir ana, bir baba, ablalar, abiler, amcalar, teyzeler, dedeler, nineler gördük ya da kimsesizler olduk.

Dahil edildik bilmediğimiz, toplumlara, düşüncelere, geleneklere.

Etrafımız çevrilirken yavaş yavaş,

Hiç bana sormadılar, kime sordular ki?

Yazıma 1985 yılında yazdığım şiirimin ilk kıtası ile başlamak istedim. İnsan kendini, ailesini, coğrafyasını isteyerek, seçerek gelmedi. J.P.Sartre’nin dediği gibi hepimiz dünyaya fırlatıldık mı acaba? Daha ilk baştan kendimiz seçmediğimiz bu gelişte nelerden etkileniyoruz? Nasıl şekil alıyoruz? Düşüncelerimiz, davranışlarımız, inançlarımız, tutumlarımız bizim oluşturduklarımız mı?

İlk bize dokunan ailemiz veya bakım veren kişiler ile oluşan ilişkimiz, iletişimimiz. Ailemizin nitelikleri, eğitimi, sosyoekonomik durumu, birbiri ile ilişkileri, iletişimi, içine doğduğumuz toplumun normları, gelenekleri, görenekleri, bulunduğumuz coğrafyanın yaşam şartları, inançları, ekonomisi, politik yapısı, tarihi, görünen ve görünmeyen kuralları baştan sona bizi inşa etmedi mi? Buralardan bakınca insan diğer canlılara göre ne kadar aciz görünüyor. Oysa daha doğarken hepimize verilen akıl, zekâ ve en önemlisi idrak daha ilk baştan bizi diğer canlılardan farklı kılıyor.

İnsandan başka hiçbir canlı doğar doğmaz kayıt altına alınmıyor. İlk olarak doğduğumuz ülke, “bu bizdendir” diyor. Ailemiz soyadını veriyor. Artık dünyada bedenen tescilliyiz. İşte bu kadar da önemliyiz. Hem çok aciz hem de çok önemliyiz.

Takdir edilme, kabul edilme, hatta cinsiyetimize göre ayrımlar yapılmasına da doğar doğmaz başlanıyor. Sessizliğimiz alkış, hareketliliğimiz sözlü köteklerle, hatta bazen fiziksel şiddetle karşılık buluyor. Henüz bebekken 0-36 ay arasında, hiçbir kontrolün insanda olmadığı bu dilimde, ileride kuracağımız ilişkilerin, iletişimin temeli atılmaya başlanıyor. İhtiyaçlarımızın sevgi ve şefkatle giderilmesi, ağladığımızda dokunanın güven veren ellerinin varlığı hayata güvenle bakmamızı sağlarken; tersi durumlar da kaygılı, güvensiz, kaçınmalı davranış ve tutumlarımıza neden oluyor.

Yaşam döngümüzde okul çağlarımızda, iş hayatımızda, sosyal çevremizde kurduğumuz her tür ilişkide ailemiz ile kurduğumuz bağların etkisi oldukça yüksektir. Bütün ailelerin ilk oluştukları andan itibaren özellikle iletişim eğitimi almaları çok önemlidir. Günümüzde çok daha fazla önem verilirken önceki jenerasyonlar bunun eksikliğini fazlasıyla yaşamıştır. Aile ile veya bakım verenler ile başlayan yolculuğumuzda gördüklerimiz, duyduklarımız, bize empoze edilen toplumsal değerler, davranışlar hepsi toparlanıp bizim düşüncelerimizi, davranışlarımızı hatta inançlarımızı oluşturdu. Hepimiz, yaşamda kalabilmek için yeri geldiğinde etrafımızda oluşmaya başlayan fikirler, inançlar, gelenekler yumağına teslim olduk.

Sarmal burada başlıyor. Bakım veren görmezse var olunmuyor, takdir etmezse mutlu olunmuyor, her yapılana 'onaylanıp, görülmüştür' kaşesine ihtiyaç duyuluyor. Yoksa insan eksik hissediyor. Eksikliğini kapatmak için de çelişkiler yaratan ne çok maskeler kullanıyor. Tatmini ve var olmayı bunlara bağlayan insanlarda huzursuzluk, mutsuzluk hatta psikolojik sorunlar başlıyor. Nereye kadar? Kendini fark edip, “her durumda, her halde ben benim” farkındalığını yakalayıncaya kadar. Gerçekten ben kimim? Ne istiyorum? Beni ne mutlu eder? Bu tür soruları kafamızda çevirinceye kadar. Belki de sistem “hey artık kontrol sende; sana uymayan, sende oluşturulan bu davranışları, düşünceleri değiştir, idrakini, aklını seçme hakkını devreye al” diyor. Ah bu sistem sanki her an bizi sınava alıyor.

İnsanın kendinden razı olması, huzurlu olması, kendini her haliyle; olumlu, olumsuz fark edip, yalansız, dürüstçe yüzleşip ancak ve ancak kendi olması ile mümkün. Bu yola çıkan insan kendini yeniden fark edip, yeniden yapılanacak, yeteneklerini fark edecektir. Kendini geliştiren insan etrafını
da geliştirir. Kendinden mutlu, huzurlu ve üreten insan toplumsal refahı da sağlayacağı için dünyaya büyük katkıdır.

Bu nasıl mümkün? Bilinen, anlatılan birçok metot var. Size hangisi iyi geliyorsa ve sonuçlara etkisi oluyorsa onu seçebilirsiniz. Benim kendime uyguladığım çalışmayı sizlerle paylaşıyorum. Buna içsel hüviyetimi çıkarmak gibi bakıyorum.

Kendi iç haritamı çıkardım. 'Beni mutsuz eden olaylar neler? Bunlara benim katkım nedir? Şu ana kadar başkalarını suçlamak, onlar üstünden kendimi aklamak bana katkı sağladı mı?' sorularıyla yola çıktım. Hayatımdaki olumsuz olayların sorumluluğunu almak beni yolun başına getirdi.

Sorumluluğumu şefkatle, nezaketle aldım. Seçimlerimin arkasında durup, sonuçlarına katlanacak cesareti gösterdim. Geçmişi yargılamadan, anlamlar yüklemeden kabul ettim. Akıl ve idrak ile bize yüklenen “kendini yeniden sen oluştur programını çalıştırma zamanıdır” dedim.

Kendinle konuş, sorular sor. Tamamen kendine yönelik, yargısız, suçlamadan. Eğer kaçmak istersen mazeretler hazır. Ailem, sevgilim, patronum böyle yaptı, insanlar kötü, aldığım para az gibi örnekleri çoğaltabiliriz. Bu, sorumluluktan ve kendin ile çalışmaktan kaçmaktır. Herkesin travması, acz içinde
hissettiği halleri vardır. Sadece sen mi yaşadın? Sadece sana mı yapıldı? Dünya çok adil değil ki!

Böyle düşünmek tembelliktir, hazırı devam ettirme halleridir bunlar. İnsana sorarlar, “senin aklın nerede? Durumu değiştirmek için ne yaptın? İraden nerede?”. Tarih kendini, durumları, olayları, dünyayı değiştiren insan örnekleri ile doludur. Hepsi de kendini geçmişinde, olaylarda, insanlarda sıkıştırıp kalan değil; bunlardan ders alıp, ezberlerini bozan çalışkan insanlardı. Herkes mutlu, sevgi dolu ailelerde dünyaya gelmedi. Hatta bu mutlu aileler parmakla gösterilecek kadar azdır. Bu durumda artık kendinle çalışma zamanı, huzuru başkalarında değil, kendinde arama zamanı. Bu,
sosyalleşmeyelim anlamına gelmesin. İnsanlar hem birbiri ile yapamıyor hem de başkalarına ihtiyacı var. Sistem bu. İnsan sosyalleşmek ister ve bu da çok doğaldır, yaşamı keyifli kılan bir olaydır.

Kendini bilmek, sınırlarını oluşturmak, kendinden mutlu olmak, dünyada başımıza gelen en güzel olaylardandır. Akıl, irade, en önemlisi istek varsa, irade konur ve her durumun içinden geçilir. Böylece başkalarından beklentin sadece onaylanmak, kabul görmek olmaz.

Biraz sert ve dikte ediyor gibi görünebilirim ama niyetim sadece hissettiklerimi, kendi içimdeki evrilmeyi aktarmak ve “lütfen siz gecikmeden başlayın” demek.
Kısa bir çalışma yapalım. Sizi rahatsız eden etrafınızdaki ilk beş olaya ve insanlara bakın. Aile, iş, sosyal çevre veya ilk defa karşılaştığınız biri olabilir. En az beş olay ve beş insan ile başlayabilirsiniz… Üşenmeyin bunları yazmak için. İşiniz için, başkaları için nasıl çaba sarf ediyorsanız lütfen kendiniz için de çalışın. İnsan en fazla kendini erteliyor. İlk önce aileniz veya şu anda size en yakın insan ile başlayabilirsiniz.

Sık görüştüğünüz insanlarda sizi rahatsız eden düşünce, duygu ve davranışların ortak kümelerini bulun. Örnek anneniz sizi dinlemeyip, sürekli kendi fikrini empoze ediyor. Bunu sevgiliniz, eşiniz, patronunuz, arkadaşınız da yapıyor mu? Aslında bunlar hepimizin ortak noktalarından, 'görülmüyorum, duyulmuyorum' düşünceleri. Bu düşünceler değersizlik, yetersizlik, kabul edilmeme gibi duyguları yaşatır. Sırf bu yüzden etrafınıza öfkeli, kızgın mı davranıyorsunuz? Veya isteklerinizi, duygularınızı dile getirmiyor musunuz? Trafikte sizi geçmeye çalışan insanlara duyduğunuz öfkenin nedeni de bu olabilir mi? Görülmediniz, dikkate alınmadınız. Bu örnek olaylarda olduğu gibi sizi rahatsız eden kişi ve olaylar karşısında hissettiklerinizi bulabilir, onlar üzerinden kendiniz ile çalışmaya başlayabilirsiniz.

Özetle; 'ben dinlenmiyorum, görülmüyorum' düşüncesi değersizlik duygusunu yaşattı. Bu duyguyla değerli olmaya çalışmak için de öfkeli, kızgın, bağırarak konuşmaya başladınız veya içinize kapanıp hiç konuşmadınız, fikirlerinizi anlatmadınız. Bu duyguyu içselleştirdikçe dikkat edin etrafınıza bunları yaşatacak olay ve insanları toplamaya başlarsınız. Tamam, belki bu size 0-1 yaş arasında yüklendi. İyi de şimdi yetişkinsiniz, geçmişinizdeki insanlara fatura kesmeyi bırakıp kendinizle çalışabilirsiniz.

Aklınızı, idrakinizi hatırlar mısınız? Bunlar sadece insanda var olan yazılımlar. O çok iyi bildiğiniz sizi rahatsız eden davranışları değiştirmek ister misiniz? Hepsi mümkün, yeter ki fark edin, bunları yapabilecek kaynağın sizde olduğunu fark edin. Eski yazılımları geçersiz kılmak için yeni yazılımları
çalıştırabilirsiniz. “Bir dakika” deyip, kendinizle konuşun, içinizde sürekli onu, bunu suçlayan sesi biraz kısın, yönünü değiştirin. Biraz dingin bir ortamda veya tam da olayı yaşarken konuşun kendinizle. Kaçmadan, dürüstçe, hiç kimseyi suçlamadan. “Evet şimdi dikkate alınmıyorum, sanki hiç yokmuşum gibi, beni görmüyorlar, duymuyorlar. İşte bu değersizlik duygusu, şu an bunu yaşıyorum, bu duyguyu biliyorum, kabul ediyorum. Bedenimden, ruhumdan, düşüncelerimden gitmesine izin veriyorum”. İşte şimdi bu duygunun da var olduğunu kabul ettiniz, onayladınız. Kendinizi tanımaya ve hayata karşı farkındalığınızı ele almaya başladınız.

Araştırmalar 90'dan fazla duygumuz olduğunu belirtir. Farklılık göstermekle birlikte, temelde ise 6 duygu olduğu ileri sürülmektedir; mutluluk, öfke, korku, üzüntü, şaşkınlık, iğrenme duyguları.

Hepimizde farklı nedenlerle yer alan bu duygularımız her zaman da olumsuz değildir. Farkındalıkla bakıldığında çoğu zaman hayatta kalmamıza neden olurlar. Düşünsenize tamamen korkusuz olsak gelen tehlikelere nasıl karşı koyarız? Duygulara kızmak yerine hepsini görmeli, tanımalı, olumlu
yanlarını alıp diğer taraflarını serbest bırakmalı. Kısaca özetlersem; Her fark ettiğiniz sizi rahatsız eden düşünce, duygu ve davranışta ilk önce yorum, yargı katmadan, olduğu gibi görmeye, anlamaya çalışın. İnsan yapısı gereği iyi taraflarını yüceltir, kötü taraflarını görmemezliğe gelir, göstermemek için de binbir maske takarak gezer. Başkalarının istediği gibi olarak var olduğunu düşünür. Maskemizin arkasındaki her yüzümüz, her duygumuz ile tanışıp kabul edersek, beynimizde bunlarla ilgili çözülme oluyor, o duygu serbest kalıyor, etkisi azalıyor. Kabul etmenin muhteşem rahatlığını yaşayın. Bu duygunun sizde olduğunu onaylayın. Hayat baştan sona tezatlıklarla dolu. Bilinmeyen bir dünya, her şeyin mantıklı açıklaması yok. Tıpkı ilk dünyaya gelişimizi seçemediğimiz gibi.

Kabul etmek durumu onaylamak değildir, çaresizlik veya edilgen durumda olmak da değildir. Aksine, olan duruma objektif bakıp yargısız, kimseyi suçlamadan durum ile tokalaşmaktır. Direnç gösterdikçe, inkâr ettikçe siz onu tanıyıncaya kadar olaylar, insanlar değişse bile devamlı karşınıza çıkacak, hatta
karşınıza çıkış sıklığını da artıracaktır. Tanıyın, o tarafınızı da kucaklayın ki gitsin. Çoğu araştırmacı bunlara gölge taraflarımız, karanlık taraflarımız der.

Beni en çok rahatlatan, kendimle tanıştıran kabullerim olmuştur. Fark ettiğim anda; “bu benim değersizlik duygum. Kabul ediyorum. Bedenimden, ruhumdan, düşüncelerimden serbest bırakıyorum” der, dikkatimi bulunduğum ana çeviririm. Bazen de “gördüm seni, dikkate alınmama halim, şu an seninle uğraşamayacağım” derim. Odağımı onu, bunu suçlamaya götürmem. Bunlar benim sözcüklerim, sizler de size iyi gelen sözlerle buluşacaksınız. Kendinizle çalışmaya başladıkça size iyi gelen cümleler, durumlar karşınıza çıkacaktır.

Bunları yaparken kendinize sevgiyle, şefkatle yaklaşın, kesinlikle kızmayın, suçlamayın. Bin defa da aynı şeyleri yapsanız sevgiyle yeniden deneyin. Her şey insanın kendini sevmesiyle başlıyor. Yetişkin, olgun tarafınızla sevmekle başlıyor.

Bazı düşüncelerimiz, duygularımız o kadar derindir ki artık inanca dönüşmüştür. Disiplinle, sabırla çalışarak bunları değiştirebiliriz. Çok kolay değil, ama kesinlikle mümkün. Çünkü beynimiz esnek, uyumlanabiliyor. 'İnsan yedisinde neyse yetmişinde de odur' söylemi doğru değil. Hayatınızda
memnun olmadığınız, sizi mutsuz eden, eksilten, rahatsızlıklar veren konulara bakın. Oradaki düşünce kalıplarınıza bakın. Kalıplar nasıl oluştuysa, öyle de değiştirilebilir. O kalıplar doğumla gelmedi, zamanla yerleşti. Bıkmadan, öz disiplinle çalışarak hepsini değiştirebilirsiniz.

Bedenimiz için yürüyüş yapmayı, farklı sporlarla uğraşarak zinde tutmayı pratik yapıyorsak düşüncelerimizi dönüştürme konusunda da pratik yapabiliriz. Sürekli tekrarlarla artık beynimizde yeni düşünce yapımız yerleşecek, duygularımız değişecek, seçimlerimiz etkilenecek ve davranışlarımız değişecektir. Dünyaya ilk geldiğimiz andan itibaren bu tekrarlar başlar. İlk kaşığı tutmayı, tekrarlarla öğreniriz. Araba kullanmayı direksiyona geçer geçmez mi öğrendik? Spor da aynı şekilde; sürekli aynı hareketleri tekrarlıyoruz, kendimizi zorluyoruz, ancak bu şekilde kaslarımız gelişiyor. Ruhu beslemek, bedeni ve zihni de beslemektir. Önemli olan bu disiplini, alışkanlığı vazgeçmeden devam ettirmektir.

Böylece beynimiz bu yeni düşünce yapısına alışır. Yeni düşünce yapıları geliştikçe beynimizin paralel çalışma ilkesine göre duygularımız, davranışlarımız da değişir.

İnsan, kendisi olabildiği sürece içten gelen ışığı canlı, parlak oluyor. Emin olun, içten yanan ışık hem dışarıyı hem de çevreyi çok güzel aydınlatacaktır.

Statümüz, sosyoekonomik durumumuz, maddi durumumuz ne olursa olsun, zaman zaman yetersizlik, değersizlik, güvensizlik, suçlanma gibi duyguları yaşar ve korkarız. Korkmayın, her duygu her insanın içinde vardır. Her insanda etkileri farklıdır. Bazıları bunları çalışıp yönünü değiştirmiştir. Yeter ki VAR olduklarını kabul edin. Böylece başkaları nedeniyle acı çekmezsiniz. Başkalarının dünyasından zehirlenmezsiniz. Sadece kendinizle çalışmaya karar vermek ve başlamak cesaretini gösterin.


Kendinizle vakit geçirmek çok keyifli ve inanın buna değer. Haydi kendinizde devrim yapın, sizi rahatsız eden, huzursuz kılan düşünce, duygu ve inançlarınızı
yerinden oynatın. Yeter ki istek, disiplin ve alışkanlık olsun. (Buna İDA diyorum) Bir, iki defa deneyip vazgeçmeyin. Başardığımızda içimizde huzuru hisseder, başkalarının onayını, kabulünü beklemeden yaşarız. Her şey kendini sevmekle, görmekle, kabul etmekle başlıyor. Cesaretle kendinize sorular
sorun, canınız acısa bile dürüstçe cevaplar verin. Acılarımızı da kabulle, teslimiyetle sevebiliriz. Yola çıkın, yol hepimizin yolu.

Kendinden onaylı her insan bana göre devrimcidir. Hoşlukla, neşeyle, devrimci kalın.