Babası Mikail’in vefatının ardından ağabeyi Çağrı Bey ile birlikte büyükbabası Selçuk tarafından yetiştirilen Tuğrul Bey, Selçuklular'ın devlet kurma sürecinde aklın temsilcisi olmuştur.

Muhtemelen 983 tarihinde dünyaya gelen Tuğrul Bey, devletin kuruluş sürecini ağabeyi Çağrı Bey ve amcası Musa Yabgu ile birlikte Dandanakan Savaşı'na kadar yürütmüştür.

Dandanakan Savaşı'ndan sonra, Selçuklu liderlerinin toplandığı kurultayda "Horasan Emiri" olarak tanınmıştır. Kurultayda alınan kararlar doğrultusunda elde edilen bölgeler, hanedan üyeleri arasında paylaşılmış, bu nedenle Tuğrul Bey, Nişabur merkezli ülkenin batı kısmına hükmetmiştir.

Bu dönemde, ağabeyi Çağrı Bey'in Doğu Horasan'daki hâkimiyeti, doğu sınırlarındaki tehditleri düşünmeden batıya doğru ilerlemesine kolaylık sağlamıştır.

Tuğrul Bey, devletin kurulmasının ardından hanedana mensup bazı şehzadelerin de yardımıyla hızlı bir şekilde batıya yönelmiştir.

İlk olarak Cürcan ve Taberistan bölgeleri ele geçirilmiştir. Bu sırada İran'da güçlü bir devletin bulunmaması, Tuğrul Bey'in Hazar Denizi'nin güneyindeki Ziyariler ve Bavendiler gibi yerel hanedanları kontrol altına almasına olanak tanımıştır (1041-1042).

Kısa bir süre sonra, büyükbabasının Cend'deki hakimiyetinden bu yana düşmanlık kurmuş olan Şah Melik'in Harizm'e inmesi üzerine, Tuğrul Bey ve ağabeyi Çağrı Bey tarafından gerçekleştirilen askeri harekâtla Harizm ele geçirilmiştir. Bu sırada Şah Melik de yakalanarak öldürülmüştür.

Bu harekât, iki kardeşi bir araya getirmiş, ancak bir daha birbirlerini görememişlerdir.

Selçuklular'ın batıya yönelmesi, daha önce bu bölgeye yerleşmiş olan Türkmenleri rahatsız etmiş ve dağılmalarına neden olmuştur.

Bu durum üzerine Dihistan'da bulunan Tuğrul Bey'in kardeşi İbrahim Yınal, Türkmenleri kontrol altına almak amacıyla batıya gönderilmiştir. İbrahim Yınal'ın Rey, Hemedan ve Cibal'i ele geçirmesiyle Türkmenler daha da batıya çekilmiştir.

Tuğrul Bey, Dandanakan Savaşı'ndan sonra alınan kararlara muhalefet ederek Rey'i İbrahim Yınal'ın elinden almış ve başkentini Nişabur'dan buraya taşıyarak batıya yönelik planlanan sefer için daha merkezi bir konum elde etmiştir.

Batıya göç eden Türkmenler, Ebu Mansur Vehsudan'ın hizmetine girmiş ancak anlaşmazlık yaşayarak Urmiye Gölü çevresine yerleşmişti.

Bu durum, Türkmen liderleri Boğa ve Anasıoğlu'nun liderliğindeki bir grup için endişe yaratmış, onlar da Erzen ve Batman bölgelerine doğru ilerlemişlerdi (1042). Bu gelişmeler, Abbâsî Halifesi el-Kâim Biemrillah'ın Tuğrul Bey'e mektup yazarak şikayet etmesine neden oldu.

Tuğrul Bey, Türkmenlerin gücünü faydalı bir şekilde kullanmak ve onları Bizans'a karşı kullanmak istemiş ve bu nedenle onları huzuruna çağırmıştı.

Türkmen liderleri başlangıçta bu teklife temkinli yaklaşsa da, sonunda Mansur, Göktaş, Anasıoğlu ve Boğa liderliğindeki Türkmenler, Azerbaycan'a gelerek Selçuklu yönetimine katıldılar.

Tuğrul Bey'in bir sonraki adımı, Azerbaycan'ın tamamını ele geçirmek için Hasan b. Musa Yabgu, Yakuti Bin Çağrı Bey ve Kutalmış Bin Arslan Yabgu gibi liderleri görevlendirmek oldu. Bu, Anadolu'ya yönelik seferlerin başlatılmasının da habercisi oldu.

Selçuklu hanedan üyeleri, aldıkları emir doğrultusunda harekete geçtiler. Ancak Şehzade Hasan'ın Van Gölü çevresine inmesi, Bizans'ın Vaspurakan Valisi Aaron'un karşı saldırısına neden oldu.

Hasan, Büyük Zap Suyu kenarında düzenlenen pusuda ağır bir mağlubiyet alarak şehit oldu.

Tuğrul Bey, bu trajedi üzerine yeni bir strateji belirleyerek büyük ordularını daha düzenli bir şekilde Anadolu'ya sevk etmeye karar verdi. İbrahim Yınal'ı Azerbaycan Genel Valiliği'ne atayarak, Kutalmış'a da destek görevi verdi.

Selçuklu ordusunun harekete geçmesiyle Bizans, IX. Konstantin'in emriyle General Liparit liderliğinde Gürcüler'den yardım alarak ancak 35 bin kişilik bir kuvvetle karşı koyabildi. Ancak Şehzade Hasan'ın intikam düşüncesiyle reddedilen Bizans'ın barış teklifi sonuçsuz kaldı.

Sonuç olarak, Her iki taraf Hasankale (Kapetru) mevkiinde buluştu ve İbrahim Yınal ile Kutalmış'ın liderliğindeki Selçuklular, uzun bir çatışma sonunda zafer elde etti (18 Eylül 1048).

Bu zafer, Bizans karşısında kazanılan ilk büyük zaferdi ve Peçenek tehlikesine karşı savunma isteğiyle Bizans'ın barış talebine yol açtı.

Yapılan müzakerelerin ardından, İstanbul'da Emeviler dönemine ait cami ve medresenin onarılması, Şii hutbenin Abbâsî Halifesi ve Tuğrul Bey adına değiştirilmesi ve caminin mihrabına Selçuklu hâkimiyet sembolü olan ok ve yay figürünün işlenmesi koşullarıyla barış sağlandı (1049-1050). Ancak Bizans'ın vergi talebi, imparator tarafından reddedildi.

Bu anlaşma, Bizans'ın Doğu Anadolu'daki askeri mevzilerini güçlendirmesine ve Tuğrul Bey'in İran'daki diğer meselelerle ilgilenme fırsatını elde etmesine imkan tanıdı.

Bu süreç içinde, devletin geleneksel Türk yapısından farklı bir şekilde merkezi otoriteye yönelmesi, "Türkmen Meselesi" adı verilen bir sorunun ortaya çıkmasına neden oldu.

Kuruluş aşamasında etkili olan ve daha sonra Horasan'a göç eden Türkmenler, burada yerleşim alanı bulmakta zorlanınca İbrahim Yınal'ın kontrol alanına yönlendirildi.

Ancak İbrahim Yınal'ın durumu da pek farklı değildi ve sonuç olarak o da Türkmenleri Azerbaycan'a ve hatta Anadolu'ya yönlendirmek zorunda kaldı.

İbrahim Yınal'ın isyanının ardından Tuğrul Bey, hükmettiği bölgeyi elinden alarak, eski geleneklere ve Merv'deki kararlara karşı çıkması nedeniyle isyanla sonuçlanan bir muhalefeti bastırmıştı (1049-1050).

İsyanın başarısız olmasına rağmen, Tuğrul Bey, İbrahim Yınal'a iki seçenek sunarak, ya yanında kalmasını ya da eski hâkimiyet bölgesini ona devretmesini istedi.

İkinci seçenek, hukuken Tuğrul Bey'e tabi olmayı ve kendi hâkimiyet haklarından vazgeçmeyi içerdiği için İbrahim Yınal, kendisi için daha uygun olan ilk seçeneği tercih etti. Ancak bu isyan, Türkmen Meselesi'yle bağlantılı bir başlangıcı işaret ediyordu ve daha sonraki isyanlara Türkmen gruplarından yoğun destek gelecekti.

Tuğrul Bey, Bizans ile yapılan anlaşmadan yaklaşık beş yıl sonra, kendi komutasındaki bir kuvvetle tekrar Anadolu'ya gelme düşüncesini taşıyordu. Amacı, merkezi idareye sorun çıkaran Türkmenlere yeni yerleşim bölgeleri bulabilmeleri için uygun alanlar sağlamaktı. Bu bağlamda, Azerbaycan'a giriş yaptı ve burada Vehsudan ve Ebu'l-Esvar'ı itaat altına aldı.

Kuvvetlerini üçe ayırdı ve farklı bölgelere yönlendirdi. İlk grup, Kafkaslar'dan Erzincan'a ilerledi. İkinci grup, Oltu'dan Çoruh Irmağı vadisine ilerleyerek Bayburt civarında ücretli Frank askerleriyle mücadele etti. Üçüncü grup ise Kars'taki Bizans kuvvetlerini mağlup etti.

Tuğrul Bey yönetimindeki kuvvetler daha sonra Muradiye (Bargiri) ve ardından Erciş'i ele geçirdi. Ancak, bir sonraki hedef olan Malazgirt Kuşatması Norman askerleri tarafından engellendi.

Malazgirt'teki engelleme, Tuğrul Bey'in planlarını geçici olarak etkisiz hale getirse de, kış şartları ve Abbâsî halifesinden gelen bir davet nedeniyle Anadolu seferini askıya almak zorunda kaldı. Tuğrul Bey, bir sonraki yıl tekrar Anadolu'ya yönelme düşüncesiyle geri dönerken, diplomatik gelişmeler nedeniyle bu planını gerçekleştiremeyecekti.

Ancak Arslan Besasiri'nin etkisiyle Şii Büveyhi Devleti'nin İran ve Irak'taki hâkimiyeti, Bağdat'taki Abbâsî halifesi üzerinde Türk kökenli komutanların liderliğinde devam etmiştir.

Selçuklular'ın batıya yönelik hızlı ilerleyişi ve kazandıkları güç, Abbâsî halifesi için yeni bir kurtarıcı olarak algılanmıştır.

Özellikle Arslan Besasiri'nin baskısı, halifenin maddi zorluklar içinde olması, Fatımi Devleti ile ilişkiler ve hutbenin değiştirilmesi, Abbâsi Halifesi el-Kaim Biemrillah'ı Tuğrul Bey'i Bağdat'a davet etmeye yönlendirmiştir.

Sultan Tuğrul Bey, daveti kabul ederek sekiz filin bulunduğu ordusuyla Bağdat'a doğru hareket etti. Arslan Besasiri ise Rahbe'ye çekilerek Fatımiler'in himayesine girmiştir.

Aralık 1055 tarihinde Bağdat'a ulaşan Sultan Tuğrul Bey, ordusuyla birlikte şehrin çevresine konaklamıştır. Selçuklu askerlerinin şehre girişi, kısa sürede düzenin sağlanmasına yardımcı olmuştur. Tuğrul Bey, Büveyhi Hükümdarı Hüsrev Firuz'u ve ayaklanmanın liderlerini yakalayarak hapsetmiş ve Büveyhiler'in Irak'taki etkisine son vermiştir.

Bağdat'ta düzen sağlandıktan sonra Tuğrul Bey, sarayına yerleşmiş ve askerlerini Boşnaklar'ın terk ettiği binalara yerleştirmiştir. Aytegin'i Bağdat şahneliğine atayarak, Büveyhiler'in boşalttığı Basra, Ahvaz, Huzistan ve Errecan'ı içeren ikta organizasyonunu Hezaresb b. Bengir'e vermiştir. Bu sayede Büveyhiler'in bölgedeki etkisine son verilmiştir, ancak bölgedeki hakimiyet doğrudan Abbâsîlere geçmemiştir.

Tuğrul Bey, siyasi yetkileri tamamen elinde tutarak Abbâsî halifesini sadece dini otorite olarak bırakmıştır. Kalıcılığını göstermek amacıyla Dicle'nin doğusuna Cuma Mescidi, evler, hamam, çarşı ve saray inşa ettirmiştir. Medinetü Tuğrul Bey (Tuğruli) adı verilen bu yerleşke, Sultan Melikşah döneminde genişletilmiştir. İki hanedan arasındaki yakınlaşma, Çağrı Bey'in kızı Arslan Hatice Hatun ile Abbâsi Halifesi el-Kaim Biemrillah'ın nikahıyla daha da pekiştirilmiştir.

Selçuklular'ın Bağdat'taki hâkimiyeti, Fatımiler'i endişelendirmiştir. Bağdat'tan kaçan Şiiler ve Kilab ile Esedoğulları kabilelerinden aldığı destekle güçlenen Arslan Besasiri'ye, Fatımiler'in gönderdiği askerler de katılarak büyük bir ordu oluşmuştur.

Durumu fark eden Sultan Tuğrul Bey, Kutalmış ve Musul hâkimi Kureyş'i Arslan Besasiri'ye karşı göndermiştir. Ancak yaşanan savaş sırasında Kureyş'in taraf değiştirmesi, Selçuklular'ın yenilmesine ve ağır kayıplar yaşanmasına neden olmuştur.

Bu gelişme, Tuğrul Bey'in Bağdat'taki etkisinin azaldığı anlamına gelmiştir. Arslan Besasiri'nin direnişiyle, önce Rahbe'ye, ardından da Balis'e çekilmek zorunda kalan Tuğrul Bey, Cizre, Sincar ve Musul'u ele geçirdikten sonra Musul'u kardeşi İbrahim Yı- nal'a bırakarak Bağdat'a dönmüştür.

Tuğrul Bey, halifeyi tekrar tahtına oturtarak şehirde düzeni sağlamıştır. Ancak Arslan Besasiri'nin durumu da çözülmelidir. Mezyediler'e sığınan Arslan Besasiri, ani bir baskınla ele geçirilerek öldürülmüştür (23 Ocak 1060).

Fakat, İbrahim Yınal'ın isyanı, beklenmeyen bir dönemin başlangıcını işaret etti. İlk başkaldırısının ardından on yıl boyunca Tuğrul Bey'in yanında sadakatle hizmet eden İbrahim Yınal, daha sonra kendi yönetebileceği bir bölge talep etti. Bu talep önce Tuğrul Bey tarafından reddedildi, ancak bir süre sonra yeni fethedilen Musul'un kontrolünü elinde tutmasına izin verildi.

İbrahim Yınal, Musul'dan ayrılarak Cibal'e doğru ilerledi ve bu hareketi isyan olarak nitelendirildi, ancak daha sonra kardeşi tarafından ikna edildi (1058). Musul'u terk etmesi, Arslan Besasiri ve eski hükümdar Kureyş'in şehri ele geçirmesine yol açtı.

Tuğrul Bey, Musul'u geri almak üzere harekete geçerken İbrahim Yınal, Arslan Besasiri'nin teşvikiyle ikinci kez isyan etti. Tuğrul Bey'in sınırlı sayıda askere sahip olmasına rağmen, özellikle Türkmenler'den aldığı destekle, İbrahim Yınal Hemedan'a doğru ilerledi. İbrahim Yınal'a karşı koymalarının mümkün olmadığını anlayan Tuğrul Bey, Hemedan'dan başkent Rey'e çekilmek zorunda kaldı.

Alp Arslan, Altuncan Hatun ve Vezir Amidülmülk'ten yardım istemesine rağmen, İbrahim Yınal'ın kuvvetleri Melik Alparslan tarafından mağlup edildi. İbrahim Yınal ve iki yeğeni Melik Alparslan tarafından esir alındı.

Tuğrul Bey, kardeşi İbrahim Yınal'ı affetmeyerek onu hemen infaz ettirdi (23 Temmuz 1059). İbrahim Yınal'ın ortadan kaldırılmasıyla birlikte Tuğrul Bey için büyük bir sorun ortadan kalktı ve Alp Arslan da kendi konumunu güçlendirdi.

Öte yandan Tuğrul Bey'in şehirden ayrılmasını fırsat bilen Arslan Besasiri, Bağdat'a girerek şehri ele geçirdi (27 Aralık 1058). Halife ve diğer şehir liderleri tutuklandı, hutbe değiştirildi ve ezan Şii ritüellerine göre okunmaya başlandı.

Bu sırada Tuğrul Bey, İbrahim Yınal'ın isyanı ile meşguldu. İki kardeş arasındaki mücadele sonunda Tuğrul Bey, kardeşini ortadan kaldırmayı başardı ve Bağdat'a geri döndü.

Arslan Besasiri'nin kaçması üzerine Tuğrul Bey, halifeyi tekrar tahtına oturttu ve şehirde düzeni sağladı. Ancak Arslan Besasiri'nin durumu da çözülmeliydi. Mezyediler'e sığınan Arslan Besasiri, ani bir baskınla ele geçirilerek öldürüldü (Ocak 1060).

Tuğrul Bey, sevinç gösterileri arasında Bağdat'a döndü ve gerekli düzenlemeleri yaparak Rey'e geri döndü. Emir Porsuk'u şahne olarak atadı ve halifenin yeğeni Arslan Hatice Hatun'u yanına alarak Rey'e döndü.

Bu süreçte, hanedana mensup şehzade ve bazı komutanların liderliğinde Bizans hâkimiyetindeki Anadolu'ya bir dizi sefer düzenlenmiştir.

Bu seferler genellikle keşif amacı taşımakta olup, Malazgirt, Muş, Erzurum çevresi, Erzincan, Kemah, Harput, Çoruh, Kelkit Vadisi boyunca yapılan ilerlemelerle Şebinkarahisar, Malatya, Urfa, Ergani ve Tulhum gibi birçok yerde faaliyetlerde bulunulmuştur.

Bu seferler genellikle yerleşme amacı taşımamış ve kış aylarında Azerbaycan'a üs olarak dönülmek üzere tamamlanmıştır.

Tuğrul Bey, eşi Altuncan Hatun'u kaybettikten kısa bir süre sonra vefat etti. Eşi ölmeden önce, Tuğrul Bey'in halifenin kızıyla evlenmesini vasiyet ettiği rivayet edilmektedir.

Bu nedenle, Vezir Amidülmülk Kündüri, halifenin kızını Tuğrul Bey'e istemek üzere Bağdat'a gönderildi. Ancak, geleneklere göre halifelerin kızları yabancılarla evlendirilmediği için talep başlangıçta reddedildi. Ancak daha sonra, Tuğrul Bey'in isteğinden vazgeçmesi için yüksek bir çeyiz belirlenerek plan yapıldı.

Ancak bu plan işe yaramayınca halife, bu talepten vazgeçilmezse Bağdat'tan ayrılacağını belirtti. Tuğrul Bey'in tehdit içeren bir mektup göndermesi üzerine halifenin gelirlerine el konulmasına karar verildi. Bu durum, Abbasi devlet adamlarının halifeyi ikna ederek evliliğe onay vermesini sağladı.

Sonuç olarak, Tebriz yakınlarındaki sultanın çadırında nikah kıyıldı (Ağustos 1062). Tuğrul Bey, Bağdat'a geri döndüğünde bir hafta süren görkemli düğünden sonra yeni eşiyle birlikte Rey'e hareket etti (1063).

Sultan Tuğrul Bey, geri dönüş yolculuğu sırasında rahatsızlandı ve Rey'in yaylağındaki Tecrişt Köyü'nde 4 Eylül 1063 tarihinde yetmiş yaşında vefat etti.

Yirmi üç yıllık hükümdarlığı süresince devletin teşkilatlanmasını gerçekleştirmiş ve ülkenin genişlemesini hızlı bir şekilde sağlamıştı. Tuğrul Bey'in liderliğindeki Selçuklular, sadece Ortadoğu değil, eski dünyanın geniş bir bölümünü etkileyen bir politika izlemiş ve sonrasındaki dönemi birçok açıdan etkilemiştir.