Sevgili Okurlar

Ukrayna ve Rusya arasındaki savaşın günlerdir tartışıyor başta ülkemiz olmak üzere bu savaşın etkilerinin ne olacağı konusunda fikirleri uçuşturup duruyoruz.

Asında ne oldu? Bu çok konuşuldu ama sıkıcı olmayacaksa biraz da ben anlatayım.

Yaşı 45-50 olanlar hatırlayacaklardır.

Dünya bariz şekilde iki kutupluydu ve bu kutuplar arasındaki savaş şekil değiştirip soğuk savaş olarak nitelendiriliyordu.

Bir tarafta ABD ve Batı Avrupa ülkeleri Komünizm karşıtı propagandanın etkisi ile Nato adı verilen bir ittifakın içinde yer alıyor; diğer tarafta ise o zamanki Ukrayna ve Rusya’nın da parçası olduğu Sovyetler Birliği önderliğinde Varşova Paktı ile Doğu Bloku adı altında başka ülkeler karşıt bir duruş sergiliyordu.

Bu iki oluşum Avrupa’yı ortadan ikiye bölmüş ve hatta araya bazı ülkelerden tampon bir bölge bile yaratmıştı. Bu bölgedeki ülkeler sayesinde doğu ve batı birbirleri ile teması en aza indirmişlerdi ve o günün teknolojisi ile bir birlerine ulaşma ve bulaşma imkanları son derece sınırlıydı.

Avrupa’nın batısı ile doğusunu – her ne kadar bu ülkelerde Doğu Bloku etkileri olsa da - o zamanki Yugoslavya, Macaristan, Çekoslovakya, Doğu ve Batı Almanya ülkeleri ayırıyordu. Öyle ki 1949 yılında kurulan Nato’ya Batı Almanya 1955 yılında üye olmuştu.

Bu ülkelerden Yugoslavya ile Varşova Paktı üyesi olan Macaristan ve Çekoslovakya’da Sovyetler Birliğinin etkisi ile baskıcı bir yönetim izlenmekle birlikte ülke halklarının bu rejime karşıtlığı ve zaman zaman homurdanmaların ötesine geçen olayların olduğu da her iki tarafça da biliniyordu.

Doğu ve Batı Almanya ise birbirinden farklı ülkeler olmakla birlikte Alman olmaktan hiç vazgeçmemiş olmaları nedeni ile bağlı oldukları Nato ve Varşova paktlarından ziyade birbirlerine daha yakın duruyorlardı. İşte sınır buydu.

Ama Sovyetler birliği Glasnost ve Perestroika açılımı yapınca sınırlar ortadan kalktı Almanya birleşirken Macaristan dışındaki diğer tampon bölge ülkelerinde bir çok küçük ülkeler türedi.

Hatta Sovyetler Birliği bile dağılarak batıda her tür dış etkiye açık bir çok ülke kendisinden koptu.

İşte Milat burasıydı.

Bu tarihten sonra gittiği her ülkeye demokrasi ve barış getiren!!! ABD devreye girerek bu ülkeleri Nato’ya üye yapmak adı altından kendisine bağlamak için uğraşlara girişti ve bunda da çok başarılı oldu.

Sonuçta daha önce Varşova Paktı üyesi olan Polonya, Macaristan ve Çek Cumhuriyeti 1999 yılında;Bulgaristan,Romanya, Litvanya, Estonya, Letonya ve Slovakya 2004 yılında, Arnavutluk 2009 yılında Nato üyesi oldular. Bunlara dağılan Yugoslavya’daki bir çok ülkeyi de dahil etmek gerekiyor.

Son olarak Avrupalı tüm üye devletlerin Rusya ile olan ilişkileri bozacağı ve ileride olası bir tehdit yaratabileceği düşüncesinden hareket ederek kendi güvenlikleri nedeni ile öteledikleri Ukrayna’nın da ABD’nin bizmez baskıları ile Nato üyeliği içine alınması kararı bardağı taşıran son damla oldu.

Rusya, Belarus dışında daha önce birlikte hareket ettikleri tüm ülkelerin karşıt Nato’ya geçmesini ve özellikle Ukrayna’nın üyeliği ile Karadeniz’de sıkışıp kalıyor olmasını kendisi için bir güvenlik tehdidi olarak algıladı ki bunda da çok haklıydı. Düşünsenize Avrupalı Nato üyeleri dahi bu yaklaşımın Rusya tarafında olumsuz sonuçlar doğuracağını görmüş iken Rusya’nın başka türlü düşünmesini nasıl bekleriz?

Şöyle örnekleyelim Nato üyesi ABD’nin Nato Üyesi Yunanistan’da üst kurması ve ülkemizin sınır bölgelerinin silahlandırılmasına Nato üyesi olarak nasıl tepki verdiğimizi hatırlayınız.

Neyse işte burada olay başladı ve Nato adı altında ABD’nin tehdidi altında gören Rusya’nın kendi güvenliği için aslında son derece doğru yarı sıcak yarı diplomatik hamleler ile kendi güvenliği için tedbir alması kaçınılmaz oldu.

Üstelik bu hamlelerde son derece başarılı olup avantajlı duruma gelen Rusya, aceleci tavrı nedeni ile tüm bu avantajını kaybedecek hamlesini yaptı ve aklı başında hiç kimsenin beklemediği şekilde Ukrayna’yı işgale kalkışarak tüm dünyayı kendisine karşı birleştirdi.

Şimdi dünya, Rusya’ya ekonomik tedbirler uygulayarak direncini kırmaya çalışıyor.

Ancak şunu da görmek gerekiyor ki bu tedbirler sadece Rusya’yı değil Rusya’ya bağımlı yaşayan ekonomileri de kısa vadede olmasa da uzun vadede çökertir ya da en azından sekteye uğratır. Rusya’nın Doğalgazı ve petrolüne ihtiyaç duyan Avrupa yine tarım ürünleri konusunda da yine Rusya’ya bağımlı olduğundan, bu yaptırımları uygularken ne kadar dayanabilecek bunu bilemiyoruz. Özellikle Rusya’nın da bu hamlesi nedeni ile karşılaşacağı yaptırımlara karşı önceden tedbir almış olduğu ve bugünden sonra da karşı tedbir geliştireceği düşünüldüğünde dünyanın kazananı olmayan bir sabır testi içine gireceği kolayca görülebiliyor.

Üstelik yıllardır ekonomik açıdan dünya’nın İran’a mecbur olmadığı da gözetildiğinde İran’a karşı uygulanan bu benzer politikanın sonuç vermediği de açıkça göz önünde iken insan bunu düşünmeden edemiyor.

Bence en doğru hamle – ki yapılıyor. – Rusya’yı sosyal bir yalnızlaşmaya itmek olmalıdır.

Gelelim başlıktaki Üçgen Ve Açıortay’a,

Benim ilgilendiğim üçgende Rusya, Ukrayna ve Türkiye var. Açı ortay ise ABD.

Enerji, tarım ve turizm konusunda göbekte bağlı olduğumuz bu ülkelerin acilen stabil hale gelmesini temenni etmekten öte sorunu gidermek için daha aktif bir rol üstlenilmesi ülkemiz için vazgeçilmez bir politik ve ve diplomatik duruş olmalı.

Zira ekonomik durumumuz Avrupa’nın Rusya’ya dayattığı yaptırımlara nedeniyle oluşacak duruma zerre kadar dayanabilecek durumda değil.

Diplomasi, ülkenin çıkarı için kullanılmak zorunda ve bu bağlamda ülkemiz için Rusya Ukrayna krizinin çözümü için üçgen içine açıortayı sokmamamız gerekiyor. Eğer bu açıortay üçgenin Türkiye köşesinden aşağıya doğru inerse bunu ekonomik ve hatta sosyolojik olarak kaldırmak mümkün değil.

Şu ana kadar uygulanan politika ve diplomasinin ufak tefek kazalara ve dil sürçmelerine rağmen doğru olarak götürüldüğünü söyleyebiliriz.

Ama nereye kadar?

Sayın Cumhurbaşkanımızın şekerinin ne zaman yükseleceğine ya da ne bileyim Emine hanım ile arasının nasıl olduğuna göre politika yürütülecek ise diken üstünde oturduğumuz şüphe götürmez.

İşte tam da burada tek adamın ağzına bakmayan, ortak akla dayanan bir yönetim sisteminin uygulanması gerekmektedir ki 28 şubat 2022’de buna ilişkin ortak deklarasyon 6 parti tarafından yayınlandı.

Getirdikleri, götürecekleri, inşallah bir sonraki yazıya.