KÜLTÜR-SANAT

Çağan Irmak yeni filmiyle geri döndü: Sevda Mecburi İstikamet

Uzun bir aradan sonra yeni sinema filmiyle izleyiciyle buluşan Çağan Irmak, “Sevda Mecburi İstikamet”te Yeşilçam yıldızı bir babayla kızın yıllar sonra gerçekleşen hesaplaşmasını anlatıyor.

Güçlü bir oyuncu kadrosunun rol aldığı son filmiyle izleyiciyle buluşan Çağan Irmak, zamana ayak uydurmakta zorlanan Yeşilçam starı bir babayla (Selçuk Yöntem / Kubilay Aka) onun otizmli kızı (Selin Şekerci) arasındaki yer yer duygusal yer yer de bir hayli esprili hesaplaşmayı anlatıyor “Sevda Mecburi İstikamet”te. Otizm konusunda Türkiye’nin önde gelen aktivistlerinden, kendisi de bir otizmli annesi olan Sedef Erken’in filmin başlangıç noktasında ciddi katkıları olduğunu gizlemeyen Çağan Irmak, “Bizden farklı olan insanlar konusunda bir senaryo yazmaya koyuldum ve hem oyuncu hem oyunbaz bir babayla spektrumun diğer yanında, gerçekle yaşayan bir kız üzerinden inşa ettim hikâyemi” diyor.

GERÇEK-YALAN ÇATIŞMASI

- “Sevda Mecburi İstikamet” 70’li yıllarda üne kavuşmuş bir Yeşilçam starı olan Selim’in hikayenin merkezinde olduğu ve geri dönüşlerle 80’li 90’lı yıllara giderken bir yandan da onun bugün otizmli kızıyla yaşadığı bir muhasebeyi anlatıyor. Nasıl gelişti hikâye biraz anlatır mısın?

Selim 18 yaşında Ses dergisinde açılan yarışmayla hayatımıza fotoroman kralı olarak girmiş bir oyuncu. Aslına bakarsan o dönemde o yarışmalar Tarık Akan gibi, Kadir İnanır gibi çok güzel insanlar kazandırmış. Ama bu filmde sinemayı ve Yeşilçam’ı “ah o güzel günler” gibi nostaljik bir anlamda kullanmadım. Hayatımızda niye var bu filmde sinema, onu düşünmek lazım. Gerçeği düstur edinmiş bir Suna karakteri var, hayatında hiçbir yalana yer bırakmayan bir kahraman ve onunla sadece gerçek yoluyla iletişim kurabiliyorsunuz. Babası Selim ise hayatı boyunca yalan söylemiş ya da yalan söylemek zorunda bırakılmış bir karakter. Bir oyuncu. Oyuncu olduğu içinde dramatik çatışma aslında bu gerçek ve yalan çatışmasından çıktı diyebilirim.

- Filmde bir yandan Yeşilçam’a atıf var bir yandan da film içinde baba kızın çektiği belgesel vasıtasıyla sinemanın başka biçimlerini işin içine katıyorsun. Öte yandan burada sinemayı aslında bambaşka bir şeye, baba kızın iletişim aracına dönüştürüyorsun ve terapi edici bir özellik kazandırıyorsun.

Bu hoşuma gitti... Açıkçası öyle bir akışla yazdım ki senaryoyu. Seyirci bazı şeylerin tam adını koymasa da izlediği sırada, bunları hisseder. İşte bu his benim için çok kıymetli. Bu dediklerini senaryoyu yazdıktan sonra fark ettim. Onları ilk kez yaklaştıran şey sinema oldu, kız kamerayı indirip ilk kez babasına baktığı zaman –çünkü otizmliler kolay kolay göz teması kuramaz- daha doğrusu ilk kez kameranın arkasından göz teması kurduğunda, bunları hesaplamamıştım, kendi kendine çıktı dediğim şeyler çok oldu. İçsel olarak buluyorsun bazı şeyleri ve sonradan güzel oldu diyorsun.

"FİLMİN SEYİRCİYE ULAŞTIĞI HER PLATFORMA SAYGILIYIM"

- Filmini dijital bir platform yerine sinemalarda izleyiciyle buluşturmak özel bir tercih miydi senin için?

Böyle hesaplarım olmadı hiç hayatta. Filmlerini dijital platformlarda gösterime sokanlara da kesinlikle saygılıyım, saygı duymak zorundayım zaten. Çünkü açıkçası sinema salonları deyince aklımıza da harika bir tablo gelmiyor. Salon sahiplerinin de bazı önlemler almaları gerekiyor, yıllar boyunca bazı sinema salonu sahipleri kendilerini değiştirecek, geliştirecek hiçbir şey yapmadılar, şimdi seyirci nereye kaçtı diye yakınmasınlar o zaman. O yüzden şöyle söyleyeyim, bir filmin seyirciye ulaştığı her platforma saygı duyuyorum.

"DEĞİŞİM KARŞISINDA TUTUCU OLMAMALI"

- Uzun sayılacak bir aradan sonra yeni filminle dönüş yaptın ve bu söyleşiyi de sinema salonunda yapıyoruz seninle. Ciddi bir pandemi süreci de yaşadık, yaşıyoruz. Bu arada izleyici de salonlardan koptu. Nasıl hissettiriyor yeniden salonda olmak?

Yıllar sonra tabii bir heyecan var, sinemada olmanın heyecanı.. O süreç hakkındaysa, yani sadece pandemi değil bence, sinema bir kabuk değiştiriyor. Matematik olarak, ona ulaşma biçimleri anlamında bir kabuk değiştiriyor, artık önümüzde farklı mecralarda daha çok film seyretme olanakları var. Tabii ki salonlarda, kalabalıklarla izlemek bizi birbirimize yaklaştıran bir şey, birbirimizi daha fazla tanımamıza vesile olan bir şey...  Herkesin karanlıkta aynı anda güldüğü, hiç tanımadığınız birinin yanınızda başka bir espriye farklı bir biçimde gülmesi ya da ağlaması... Bunlar sosyalleşmek adına önemli şeyler ama yine de değişim karşısından tutucu olmamak gerekir.

Söyleşinin tamamını Cumhuriyet TV’nin YouTube kanalında izleyebilirsiniz.

Kaynak: www.cumhuriyet.com.tr