Bir gün Mevlana’nın karşısına bir adam gelmiş ve ondan en iyi üç kitabını göstermesini
istemiş. Mevlana kuşkuyla kitapları işaret etmiş... Adam kitapları üstünkörü gözden
geçirdikten sonra hepsini oradaki havuza atmış. Çılgına dönmüş Mevlana. Kitapların suda
eridiğini, mürekkeplerinin suya karıştığını ve kapaklarının bozulup büzüldüğünü görerek
kitapları kurtarmaya koşmuş. Tam o sırada adam Mevlana’yı tutmuş ve ona şu cümleleri
söylemiş:
“Aradığın şey o kitaplarda değil, aradığın şeyi okuyarak bulamazsın. Sende eksik olan şeyi
gözlerinle tamamlayamazsın. Aradığın şeyi dünyada arayacaksın. Aradığın şeyi yüreğinle
bulacaksın. Dünyadaki tüm kitaplar, tüm hesaplar, akıl oyunları, sayfalarca laflar, hiçbiri
sevginin yerini tutmaz. Okuyarak öğreneceksin ama severek anlayacaksın.”
İnsan hayatı boyunca arayış içerisindedir. Kimi parayı arar, kimi mutluluğu, kimi cenneti, kimi
güzelliği, kimi de sevgiyi… Birçok insan bunların birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünür. Oysa
düşünen ve sorgulayan insanlar için güzelliğin de kötülüğün de aranan şeyin ta kendisinin de
dünyada olduğunun anlaşılması zor değildir. Tıpkı Şems’in yukarda söylediği gibi kafamızı
kaldırıp dünyaya bakmaya başladığımızda “hakikatle” karşılaşırız. Birileri acı çekerken
birilerinin mutlu olduğunu ve birileri ölürken birilerinin yaşamının yeni başladığını görürüz.
Ancak bütün bunların üzerine düşünmezsek sadece görmek hiçbirimize yetmeyecektir.
Neredeyse hepimiz yarınlardan beklentiye girerek yaşıyoruz hayatımızı. Hep bir şeylerin
geçmesini bekliyoruz. Kendimize hedefler koyuyor, hedeflerimiz gerçekleşene kadar
nefesimizi tutarak yaşıyoruz. Aslında yaşamıyor, yaşamayı erteliyor ve yalnızca ulaşacağımız
noktaları hayal ederek zamanın geçmesini bekliyoruz. Öyle ki bazen, yarını düşünmekten
anın kendisinde bulabileceğimiz güzelliği kaçırıyoruz. Yarını düşünmek, farkında olmadan bizi
başka bir paradoksa daha götürüyor. Çünkü yarına ulaşanlar, bugün yaptıklarını veya
yapmadıklarını düşünüp “acaba daha farklı olabilir miydi?” sorusuna da cevap arıyor. Elbette
yaptığımız tercihler götürür bizi yarınların nasıl olacağına. Fakat yarının nasıl olacağını,
yalnızca yarına ulaşabilecekler bilir. Tüm bu düşüncelerin arasında çırpınıp dururken
kaçırdığımız şeyin kendisi ise anı yaşamaktır.
İnsan varoluşunun özü sevgidir ve sevginin önemi anı yaşarken ortaya çıkar. Yarınlara
ertelediğimiz mutluluklar, yaşama sevgiyle bakmamızı engellediği gibi sevgi gözlüğünden de
uzaklaştırıyor bizi. Bu noktadan sonra ise pişmanlıklardan, kırgınlıklardan ve aradıklarımızı
bulamamaktan şikâyet ettiğimiz bir süreç başlıyor. Varoluşumuza aykırı bir biçimde
yaşamanın verdiği bu süreç, insanı insan olmaktan uzaklaştırıyor. Yaşadıklarımızın tamamına
yürekten gelen sevgiyle bakamadığımız sürece; sadece öğrenmek veya bilmek; bir kişiyi,
durumu, olayı veya duyguyu anlamaya yetmeyecektir.

Her ne arıyorsak veya ne bekliyorsak yarınlardan, tohumlarını bugünden sevgiyle atmaya
başlayalım ki geriye dönüp baktığımızda pişmanlıklardan yakınmayalım. Hatalarımızı bile
sevgimizden yapmış olalım. Neye, kime, nasıl inanıp inanmayacağımıza ve gelecek güzel
günlere olan umudumuza yüreğimizin güçlü sesine kulak vererek karar verelim. Çünkü
yaşamaya bugünden başlamazsak, yarına ulaşsak bile bugünü heba etmiş oluruz.
O halde şimdi ve şu anda başlayan yarınlara sevgilerle…

“…
Siz geniş zamanlar umuyordunuz
Çirkindi dar vakitlerde bir sevgiyi söylemek.
Yılların telâşlarda bu kadar çabuk
Geçeceği aklınıza gelmezdi.
Gizli bahçenizde
Açan çiçekler vardı,
Gecelerde ve yalnız.
Vermeye az buldunuz
Yahut vakit olmadı”*

*Behçet Necatigil’in ‘Sevgilerde’ isimli şiirinden