Cumhurbaşkanı Erdoğan, seçimden önce seçildiği takdirde kamuda mülakatların kaldırılacağı sözünü vermişti. Ancak birkaç gün önce bir televizyon programına katılan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, mülakatların devam edeceğini, yalnızca uygulanış biçiminin değişeceğini söyledi. Ve hatta soru üzerine Cumhurbaşkanı’nın söz konusu vaadi vermediğini sadece mülakatların uygulanış biçiminden rahatsızlığını dile getirdiğini belirtti. Halbuki Cumhurbaşkanı, 11.04.2023 tarihinde AK Parti Seçim Beyannamesi ve Milletvekili Aday Tanıtım Toplantısı’nda birebir bu sözleri kullanmıştı: “Görevin getirdiği zorunluluklar dışında, mülakatı kaldırarak gençlerimizin sınavlarındaki başarı sıralamasına göre (atama) yapacağız.”. Bakanımız bu sözlerden nasıl böyle bir anlam çıkardı orası muamma ancak bir açıdan da itiraf niteliği taşıyan bu seçim vaadi neden hayata geçirilmiyor ve neden muhalefet partileri bu hususun üzerinde durmuyor anlamış değilim.

Liyakat; layık olmak, ehil olmak, başarı karşılığında hak etmek anlamlarına gelmektedir. Kamu çalışanları, devletin yapı taşlarıdır. Kamu çalışanlarının, hangi kurum olursa olsun layık ve ehil olmaması devletin işleyişini bozacak, devletin gelişmesini ve güçlenmesini engelleyecek ve vatandaşı mağdur edecektir. Liyakat hukuk devletinin bir gereği olmakla beraber liyakatin olmadığı toplumlarda ne adalet anlayışı, ne ahlak, ne de gelişim olacaktır. Güçlü devletler liyakati ilke edinen devletlerdir, bu hiç şaşmaz. Bunun en çarpıcı örneği ise bize hiç de uzak olmayan Osmanlı Devleti’dir.

Osmanlı Devleti’nde 17. Yüzyıla kadar devlet personellerinin seçim ve tayinlerinde liyakat ön planda tutulmuş ve idari teşkilatlarda kimse torpil ve iltimas ile yükselmemiştir. Hatta o kadar ki batılı ülkeler bu hususta Osmanlı’yı model almıştır. Tarihçi Albert Howe Lybyer, Kanuni Sultan Süleyman dönemini ele aldığı eserinde “Sistem liyakati ödüllendirecek, yetenek, çaba ve yeterli donanımla beslenen her türlü hırs ve özlemi doyuracak biçimde düzenlenmiştir. Liyakati ödüllendirmenin iki yolu vardı. Biri terfi ettirmek şeklinde manevi, diğeri de parasaldı. Enderun’dan geçmiş içoğlanları sultanın tahtı dışında her makama erişebilirlerdi. Yükselme kesinlikle rastlantısal veya otomatik değildi. Her aşamada büyük bir titizlik ve akıllılıkla yönlendirilip gerçekleştirilirdi.” şeklinde cümlelere yer vermiştir. Elçilik görevi üstlenerek Kanuni Sultan Süleyman döneminde İstanbul’a gelen ve Osmanlı’yı gözlemleyen Busbecq, Türk Mektupları adlı eserinde “Osmanlı’da herkes liyakat, bilgi, ahlak ve seciyesine göre bir mevkie tayin edilir. Ahlaksız, bilgisiz ve tembeller hiçbir zaman yüksek mevkilere çıkamazlar. Osmanlıların muvaffakiyeti ve bütün dünyaya hakim bir ırk olmalarının hikmeti budur. Türklerin en büyük düşmanı iltimastır.”. Busbecq’in bu son cümlesi aslımızdan koptuğumuzu ve ahlaksız bir düzene yenik düştüğümüzü çarpıcı bir şekilde gözler önüne sermektedir.

Kanuni Sultan Süleyman’a kadar hal böyle iken, sonrasında liyakat sisteminden uzaklaşılmaya başlanmış ve adam kayırmacılık yaygınlaşmıştır. Liyakatten uzaklaştıkça rüşvet artmış ve devlet memurları halka zulüm etme noktasına kadar gelmiştir. Dördüncü Murat döneminde Koçi Bey yaklaşan felaketi öngörmüş ve Padişaha sunduğu -Osmanlı’da Padişaha sunulmuş ilk yazılı rapor mahiyetindedir- risalesinde “giderek her işe hatır karışmakla ve her işe göz yummakla hak sahibi olmayanlara hadden aşırı mevkiler verilip, eski kanun bozuldu. Kazaskerler dahi az zamanda yersiz olarak azil olunmakla işlerinde tama’ sahibi ve haris olanlar bulunduğu mevkii ve fırsatı nimet bilip, memuriyetlerin çoğunu rüşvet ile ehliyetsizlere verir oldular…yüksek makamların şunun bunun aracılığı ile verilmesi doğru değildir. En bilgilisi hangisi ise ona verilmek gerektir…Bir cahilin, sırf eskidir diye bir bilgilinin önüne geçirilmesi haksızlıktır. Bilgi ve diyaneti olunca, genç de olsa zarar vermez. Yaşlı ile genç, bilgi ve marifette eşit olunca yaşlının önüne geçmesi daha doğrudur. Amma bilgi ve marifetten hissesiz olunca 1000 yaşında da olsa halka faydası olmaz. Ve hakkı, yanlıştan ayıramaz.” şeklinde tespit ve uyarılarda bulunmuştur. Bu denli önemli sorunu çözmeyen Osmanlı Devleti diğer sebeplerle birlikte bu yüzden de yıkılmaya mecbur kalmıştır.

Günümüze geldiğimizde ise aslımızdan ne kadar uzaklaşıldığını görüyoruz. Batılılar aslımızı  örnek almışken, bilgi çağında  yaşayan biz aslımızdan kopmuş durumdayız. Kaldı ki bin yıllık devlet aklı ile hareket ettiğimiz dile getiriliyor. Haktan, hakkaniyetten uzak bir şekilde atanan kamu personelinin, devlete ve halka elbet ki zararı dokunacaktır. Milletçe torpil ve iltiması kanıksamamız da sorunu daha korkunç hale getiriyor. Bazı kamu personeli adayları haksızlığa uğramamak adına haksızlık yapmak durumunda kalıyor, belki isteyerek belki istemeyerek. Peki ne yapılması gerekiyor?

Sözlü sınav uygulaması, yazılı sınavdakine benzer şekilde adayın genel kültür ve mesleki bilgilerin ölçülmesi için uygulanan bir sınav türüdür. Mülakat ise adayın muhakeme gücü, ifade yeteneği, özgüveni, mesleğe uygunluğu ve teknolojik gelişmelere açıklığı gibi özelliklerini değerlendirmek amacıyla gerçekleştirilmektedir. Günümüzde sözlü sınav ve mülakat hem terim hem de uygulanış olarak iç içe geçmiştir. Kamuya personel alımlarında sözlü sınav adı altında adayın hem genel kültür ve mesleki sorulara verdiği cevaplardan hem de muhakeme gücü, ifade yeteneği vb. gibi soyut ve öznel değerlendirmelerden puan verilmektedir.  Zaten usulsüzlükler de çoğunlukla bu öznel kıstaslar üzerinden yapılmaktadır. Sözlü sınavın iptali davalarında dosyaya celp edilen sınav tutanaklarında, sorulacak genel kültür ve mesleki soruların kura ile çekilerek sorulmasına rağmen bu öznel değerlendirmeler üzerinden usulsüzlük yapılarak adayların keyfi şekilde elendiğini görebiliyoruz. Adaylar dava açmadan bu tutanakları da göremiyor üstelik. Tüm bunlarla beraber en büyük sorun ise adayların yazılı sınav puanlarından bağımsız olarak mülakatta direkt elenmeleri. En yüksek yazılı sınav puanına sahip aday mülakatta en düşük puana sahip aday karşısında elenebiliyor. KPSS vd. gibi yazılı sınavlardan alınan puanın, mülakatta hiçbir önemi yok. Yazılı sınav sanki ön sınavmış da, mülakat asıl sınavmış gibi korkunç bir uygulama mevcut.

Bakan Yusuf Tekin, öğretmen atamalarında yüzde 50 KPSS puanının, yüzde 50 mülakat puanının esas alınacağını ve mülakatların kamera kaydı altında alınacağını söyledi. Ancak adaylar için her puan önemli olduğundan mülakat puanının yüzde 50’ye düşürülmesi de yeterli olmayacaktır. Bu şekilde hayata geçirilse dahi, bu uygulama hala suiistimal edilebilecektir. Bu nedenle Cumhurbaşkanı’nın vadettiği  gibi bu uygulamaya veda edilmesi ya da mülakat puanının etkisinin yüzde 25 ve daha aşağısına düşürülmesi gerektiği kanaatindeyim. Ayrıca mevcut mülakat uygulamalarının yalnızca Milli Eğitim Bakanlığında değil, tüm Bakanlıklar ve kamu kurumlarında kaldırılması veya değiştirilmesi gerekmektedir. Bununla beraber girdiği sözlü sınavda usulsüzlük yapıldığını düşünen tüm adayların sınav sonucunu öğrendikleri günden itibaren 60 gün içerisinde İdare Mahkemelerinde sözlü sınavın iptali davası açmasını ve hakkını aramasını tavsiye ederim. Unutmayalım ki kamunun tüm iş ve işlemleri yargı denetime tabidir.