Osmanlı İmparatorluğu'nun XVI. yüzyılda geniş topraklara yayılmış olması, Türk tarihinde altın devirlerden biri olarak kabul edilmektedir.
Bu dönemde Osmanlı İmparatorluğu'nun Asya, Avrupa ve Afrika kıtalarında toplam 8 milyon kilometrekarelik bir araziye hükmettiği belirtiliyor.
Ayrıca, Hindistan'da da 5 milyon kilometrekarelik bir Türk İmparatorluğu'nun kurulduğu ifade edilmektedir.
Hindistan, zenginliği ve enginliğiyle bilinen, insanlık tarihinde öne çıkan bir kıta olarak tanımlanmaktadır.
Çeşitli kavimler ve medeniyetlerin bu topraklarda iz bıraktığı vurgulanarak, Arîler, Persler, Büyük İskender ve Türklerin Hindistan'a akınlar yaparak çeşitli devletler kurdukları belirtilmiştir.
Bu devletler arasında, Hindistan'ın en büyük medeniyetini kuranın Babür Şah ve oğulları olduğu vurgulanmaktadır.
Babür Şah, Fergana kökenli bir Türk olarak tanımlanmaktadır. Timurlenk'in torunu ve Fergana hükümdarı Ömer Şeyh Mirza'nın oğlu olarak dünyaya gelmiştir.
Timurlenk'in kurduğu devletin parçalanmış olması ve torunlarının ayrı ayrı devletler kurmaları anlatılmakta, Babür Şah'ın babasının ölümü sonrasında Fergana'da taht kavgalarının başladığı ifade edilmektedir.
Babür Şah'ın gençlik dönemi, akraba hükümdarlarının Fergana'ya hücumlarıyla başlamıştır. Babür Şah, babasının kudretli kumandanları sayesinde bu tehlikeleri atlattığı belirtilmiştir.
Ancak, Şeybani Han liderliğindeki Özbeklerin saldırısı sonucunda Babür Şah'ın Fergana Hanlığı'nı kaybedip çevresindeki askerlerin dağıldığı anlatılmaktadır.
Bu olaylar, Babür Şah'ın gençlik yıllarının tehlikelerle ve heyecanlı maceralarla geçtiğini göstermektedir.
Babür Şah, yaşadığı felaketlere rağmen umudunu kaybetmemiş ve Pamir Dağları'na çekilmiştir. Burada, yanında birkaç kişi ve bir Türk kadınının evinde saklanmaktadır. Bu kadının kardeşi, Timurlenk'in Hindistan seferlerine katılmış bir ihtiyar askerdir.
Bu tecrübeli koruyucu, Babür'e Hindistan'ın zenginliği, efsaneleri ve tarihi hakkında sürekli bilgi vermektedir.
Babür, edebiyata ilgi duyduğu gibi bu dönemde tarihe olan merakı artmıştır. Atası Timur'un tarihini okumaya başlamış ve içinde Hindistan'ı fethetme, büyük bir Türk İmparatorluğu kurma ideali oluşmuştur.
Babür, bu ideali gerçekleştirmek için gerekli özelliklere sahip olduğuna inanarak Horasan illerindeki Türklerle iletişime geçmiştir.
Kısa sürede 20.000 cesur ve yiğit bir asker toplamayı başarmıştır. Bu orduyla Hindikuş Dağları'nı aşarak Afganistan'ın merkezi Kabil şehrini ele geçirmiştir. Artık Hindistan'ın kapısında bulunan Babür, kendi krallığını kurma hazırlıklarına başlamıştır.
Babür, Hindistan seferine girişmeden önce önemli bir engel olan Şeybani'nin ölümü ile şansının döndüğünü düşünmüş ve Kabil'de kendisini şah ilan etmiştir.
Bu dönemde Hindistan'ın Pencap valisi Devlet Han, Babür'ü Hindistan seferine teşvik etmekte ve Delhi Sultanı İbrahim ile olan anlaşmazlıklarını kullanarak Babür'ü desteklemektedir.
Babür, Delhi Sultanı İbrahim'e Timurlenk'ten miras kaldığını bildirerek Hindistan seferine başlamıştır. Bu sırada Babür'ün ordusu güçlü bir topçu bataryasıyla donatılmış ve 13.000 kişiden oluşmuştur.
Karşılarında ise Sultan İbrahim'in 100.000 kişilik ordusu ve 1000 fil bulunmaktadır. Türk ordusu, Hayber geçidini aşarak Hindistan'ın Pencap bölgesine girmiştir.
İki tarafın kuvvetleri, Hindistan'ın Panipat mevkiinde karşılaşmıştır.
Babür Şah'ın hikayesi, 21 Nisan 1526 tarihinde gerçekleşen Panipat Muharebesi ile devam eder. Fillerin ağır ağır ilerlediğini gören Babür, ordusunun bu ağır kuvvetlere karşı koymak için birçok arabayı zincirlerle birbirine bağlamış ve aralarına topları yerleştirmiştir.
Bu düzenleme sonucunda iki ordunun çatıştığı kanlı savaş başlamıştır.
Savaşta kılıçlar çekilmiş, kalkanlar çarpışmış ve Türklerin yıldırımı anımsatan naralar yükselmiştir. Türk askerleri, 25.000 ölü bırakarak savaştan galip ayrılmış ve kaçan Hind ordusunu kovalayarak Delhi'ye girmiştir.
Aynı yıl içinde Osmanlı Türkleri de Mohaç Meydan Muharebesi'ni kazanarak bütün Macaristan'ı fethetmişlerdir.
Babür Şah, Delhi'ye girdiğinde Ulu Cami'de cemaatle namaz kılıp kendisini Hind Padişahı ilan etmiştir. Oğlu Humayun da öncü kuvvetlerle Agra şehrini ele geçirmiş ve Sultan İbrahim'in ailesini esir almıştır.
Humayun, esir aldığı ailenin mücevherlerini fazlasıyla saygı göstererek kabul etmiş, içlerindeki pırlanta taşı ise Hind Türk padişahlarının taçlarına eklendi.
Babür Şah'ın eline Hindistan'ın zengin hazineleri geçmiş olsa da, cömert ve adaleti seven bir hükümdar olarak bu hazineleri askerlerine dağıtmıştır.
Hindistan'da birçok Müslüman Hint racalarının hükümet sürdüğü belirtilmiş, Türklerin bu racaları teker teker kendi hâkimiyetleri altına alarak Hindistan'ın birliğini sağladığı ifade edilmiştir.
Bu mücadele beş yıl sürmüş, Babür Şah'ın zaferiyle Hint-Türk İmparatorluğu kurulmuştur.
Babür Şah, iyi niyetli, cömert ve adaleti seven bir Türk hükümdarı olarak tanımlanmıştır. Türkler, Hindistan'da güçlü bir devlet teşkilatı kurarak çeşitli kavimlerin vicdan ve hürriyetlerine saygı göstermişlerdir.
Hindistanlılar, din ve adetlerinde serbest bırakılmış ve Türk kanunları hâkim olmuştur. Türklerin hakimiyeti altında Hindistan'da imar çalışmaları yapılmış, sanat eserleri inşa edilmiş ve ekonomik faaliyetler artmıştır.
Babür Şah'ın ardından gelen Türk hükümdarları zamanında ise önemli sanat eserleri meydana getirilmiştir, Örneğin, Taç Mahal Türbesi, Hümayun Türbesi ve Türk Sultanı olarak adlandırılan beş katlı saray.
Babür Şah, aynı zamanda güçlü bir şair olarak da bilinir ve Hindistan'a dair hatıralarını içeren "Babürname" adlı eseri yazmıştır.
Şiirlerini tamamen öz Türkçe ile yazan Babür Şah, canlı, ince ve neşeli bir ruh hâkimini yansıtmış, aşkı güzel bir şekilde terennüm etmiştir.
Canımdan başka yâr-ı vefadâr bulmadım
Gönlümden başka mahrem-i esrâr bulmadım
Canım kadar başka dil-i efkâr görmedim
Gönlüm gibi gönlü giriftâr görmedim
Bir rubaisinde de şöyle diyor:
Aşkınla gönül haraptır ben ne ideyim
Hicrinle gözüm pür âbdır ben ne ideyim
Cismim bükülmüştür ben ne ideyim
Canımda çok ıstırap vardır ben ne ideyim
Babür Şah, Hindistan'da büyük bir imparatorluk kuran büyük bir devlet adamı ve şair olarak tanınmaktadır.
26 Aralık 1530 tarihinde Agra'da hayatını kaybetmiş ve cenazesi daha sonra Kâbil'e götürülerek şehir dışında muazzam bir türbeye defnedilmiştir.
Babür Şah'ın hatıralarını yazdığı eser, "Babürnâme" adını taşır ve Çağatay Türkçesi ile kaleme alınmıştır.
Abdurrahman Han tarafından Farsçaya, Pavet de Courteille tarafından da İngilizceye çevrilen bu eser, Babür Şah'ın yaşamı, liderliği ve Hindistan'da kurduğu imparatorluğa dair önemli bilgiler içermektedir.
Ayrıca, Babür Şah'ın Türkçe ve Farsça şiirleri, bir aruz risalesi, Mübîn veya Mübeyyen adlı manzum bir fıkıh kitabı da bulunmaktadır.
Ancak, Hindistan'da kurduğu büyük devlet, 1858 yılında İngilizlerin Hindistan'ı istilası ile sona ermiştir.
İngiliz sömürge hâkimiyeti, Babür İmparatorluğu'nun sonunu getirmiş ve aynı topraklar üzerinde günümüzde Pakistan ve Hindistan devletleri hâkimiyet kurmuştur.
Bu olaylar, Babür Şah'ın bıraktığı mirasın tarih içindeki değişimlere nasıl uğradığını göstermektedir.