Son zamanlarda herkesin dilinde Z kuşağı aşağı Z kuşağı yukarı.

Wikipedia’ya göre Z kuşağı , Milenyumlar’dan sonra ve Alfa Kuşağı’ndan önce gelen demografik kohorttur. Halk arasında ‘’Zamane’’ olarak bilinir. Araştırmacılar 1990’ların ortalarını ve sonlarını doğum yıllarının başlangıcı ve 2010’ların başlarını da doğum yıllarının sonu olarak almaktadır. Z Kuşağı’nın çoğu üyesi X Kuşağı’nın çocuklarıdır.

Küçük yaşlardan itibaren internette ve digital teknolojiyle büyüyen ilk sosyal nesil olan Zkuşağı üyeleri ‘’digital yerliler’’ olarak adlandırılmaktadır. Bu Wikipedia’nın tanımı. Bir de Z kuşağı ile yaklaşık 30 yıldır birebir yaşayan ve onları eğiten bir öğretmen olarak anlatayım Z kuşağını.

Bir kere Z kuşağı 2’ye ayrılır. ‘’Mutlu ve umutlu olanlar’’ ‘’Mutsuz ve umutsuz olanlar’’ Bunlar tamamen benim gözlemlerim bu arada. Öğrencilerim ile birebir konuşmalarımdan yaptığım çıkarımlardır. Baştan söyleyeyim. Katılırsınız yada katılmazsınız. Birinci grup ‘’mutlu ve umutlu olanlar’’kendini digital ortamdan mümkün olduğu kadar uzak tutanlardır. Bunlar tüm gün bilgisayar yada telefonla ilgilenmezler. Bol kitap okurlar , hobileri vardır. Ya bir sanat dalı ya da spor ile ilgilenirler. Mesela bir müzik aleti çalmayı öğrenirler ya da resim kursuna , dil kursuna giderler. Bu da onları digital ortamdan uzak tutar ve toplumla daha çok içiçe olurlar.Sosyalleşirler bir anlamda. Bu da onları mutlu yapar. Daha fazlasını gerçekleştirmek isterler ve kendilerine farklı uğraşlar bulmaya çalışırlar. Bir hedef koyarlar kendilerine. Bu da onları ‘’umutlu’’ yapar.

Gelelim 2. Gruba. Mutsuz ve umutsuz Z kuşağı. Bunlar da birinci grubun aksine tüm gün kendini 50 metrekareye hapsedip bilgisayar başından ayrılmazlar. Kendinizi onların yerine bir koyun bakalım. Empati yapın yani küçücük bir odada bir robotla 24 saat konuşuyorsunuz. Ben çıldırırım valla. Düşüncesi bile korkutucu. Bir kere oksijen girmez beynime , daralırım , nefes alamam. Hele ki benim gibi hiperaktif biri. İşte bir bağımlılık yapar ki sizi adeta esir alıyor. Dünyayı 50 metrekare bir odaya küçücük bir kutuya sığdıramazsınız. Çünkü dünya o kadar ki ! Hayat o kadar güzel ki sığmaz bir kutuya.

Bir de herşey sahte o kutuda,herşey yapay. Bir o kadar da ucuz ve basit. Bir tıkla gülücük atıyorsunuz sevgiliye. Bir tıkla gözyaşı döküyorsunuz sözde. Hadi sığdırın bakalım küçücük bir çocuğun kocaman kahkahasını o kutuya ; sığdıramazsınız. Bir sokak kedisinin mırıltısını hissedin kalbinizde o kutuda , hissedemezsiniz.

Sokakta kağıt toplayan akranınızın yükünün ağırlığını da sığdıramazsınız o kutuya , görmeniz lazım. Haydi hemen şimdi kalkın o masadan. Yıkın esaretinizi. Atın kendinizi dışarı. Bir sokak kedisinin başını okşayın , bir kap su koyun ve gözlerinin içine bakın.Sonra yüzünüzü gökyüzünde çevirin,bakın güneş nasıl gülümsüyor size,sebebsiz kahkaha atın mesela,kuşlarda katılsın size,yani yaşayın bu hayatı gençler,yaşayın inadına yaşayın hemde.

Hem ne demiş Ataol Behramoğlu,yaşadın mı büyük yaşayacaksın,ırmaklara,göge,bütün evrene karışırcasına.

Çünkü ömür dedigimiz şey,hayata sunulmuş bir armağandır

Ve hayat sunulmuş bir armağandır insana...