Sevgili okurlar

Ekonomik sıkıntılar arasında yaşanan erken seçim tartışmaları ve başta EYT’liler, 3600 Ek gösterge ve asgari ücretten vergi alınmaması tartışmaları arasına bir de %50+1 oranının fazla olduğu tartışması eklendi.

Öncelikle belirtmek gerekir ki EYT, 3600 ek gösterge ve asgari ücret konusunda iktidar cephesinde yapılan çalışmalar ve bu çalışmaların başka yetkililerce karşılıklı olarak yalanlanması seçime kadar seçmene şirin görünmek için oynanan oyunların bir parçası.

Aynı oyun muhalefet tarafından da oynanıyor ancak ekonomik durumun iç karartıcı olması nedeniyle bunlar muhalefetin de gerçekleştirilebileceği düzenlemeler değil. En azından kısa vadede bu mümkün görünmüyor.

Doların durumu ile ilgili açıklamalar da birbirini tutmuyor. TCMB kanadında  ihracat nedeni ile doların yükselmesine izin verildiği gibi açıklamalar yapılırken Maliye ve Hazine Bakanlığında böyle bir durumun olmadığı belirtiliyor. Bazı aklı evveller de doların yükselmesi ile ihracatın canlanacağını, piyasada dolar bolluğu yaşanacağını bunun da kuru aşağıya çekeceğini ifade ediyorlar ki akıllarla zarar. Madem düşüreceksin niye yükseltiyorsun? Spekülatör gibi aradaki zamanda kur oynamalarından kar etmek gibi bir düşünce var ise bunun da gerçekleşmesi mümkün değil. İthalatın daha fazla  iken oynanmaya çalışılan bu kur oyunu başımıza geçer ki bu da ayrı bir konu.

Bunların hepsi eriyen iktidar seçmenini daha fazla kaybetmemeye yönelik siyasi ve bir o kadar da akılsız ve bir o kadar da ahlaksız manevralar.

Neyse başlıktaki konuya dönersek;

Recep Tayyip Erdoğan ile Temel Karamollaoğlu arasında yapılan ikili görüşmenin sonucunda ortaya çıkan özellikle Cumhurbaşkanlığı seçiminde uygulanan %50+1 barajının yüksek olduğu ve bu konuda hata yapıldığı açıklamalarına Cumhurbaşkanlığı İstişare Kurulu üyelerinden Cemil Çiçek de katıldı ve bu oranın indirilmesinin gerektiği belirtildi.

Bu da başka bir oyun.

İktidar ve ittifak cephesi hızla eriyen ve kamuoyu araştırmalarına göre bundan sonraki gelişmeler dahilinde bir daha %50+1 bir yana bırakın %40’ın üzerine bile zor çıkacağı tahmin edilen oylarını korumak ve efektif hale getirmek için bu barajı değiştirmeye yönelik olarak seçmenini hazırlamaya çalışıyor.

Yine kamuoyu anketlerinde cumhurbaşkanlığı seçiminin %50+1 nedeni ile ikinci tura kalması halinde Mansur Yavaş ve Erkem İmamoğlu isimlerinin az da olsa Recep Tayyip Erdoğan’ın önüne geçtiği, Meral Akşener’in aday olmayacağım dese de aday olup seçimin ikinci tura kalması halinde Recep Tayyip Erdoğan’ı geçebileceği sonuçları ortaya çıkmış durumda.

Tabi bu olasılık sadece seçimin ikinci tura kalması halinde geçerli.

Eğer %50+1 oranı daha aşağı çekilirse bu durumda kamuoyu araştırmalarına göre Recep Tayyip Erdoğan ilk turda en fazla oy alarak cumhurbaşkanlığı seçimini kazanması kuvvetle muhtemel görünüyor.

Yani ikinci tura kalması halinde kaybedilebilecek seçimi %50+1 barajını aşağı çekerek ilk turda kazanmak hedefleniyor.

Bu siyasilerin birbirlerine oynadıkları siyasi bir oyun olmakla birlikte bu barajın  aşağıya indirilmesinin Başkanlık Sistemi ya da bize özgü adı ile Cumhurbaşkanlığı Sisteminin özü ile bağdaşmadığını da söylemek gerekir.

Bugün Başkanlık Sisteminin uygulandığı başta ABD ve diğer ülkeler ile yarı başkanlık sisteminin uygulandığı Fransa ‘da bile halen %50+1 çoğunluk oyu almadan başkan ya da cumhurbaşkanı olunamıyor.

Hatırlayanlar olacaktır; Fransa’da 2017 yılında yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ilk turda en çok oyu alan  Macron ve Le Pen 2 tura kalmıştı. Seçimin ikinci turunda ise adaylar sırasıyla yüzde 66,1 ve yüzde 33,9 oy almış ve Macron Cumhurbaşkanı olmuştu.

Bu oranın daha aşağıya çekilmesi halinde ise oluşacak sisteme Başkanlık ya da cumhurbaşkanlığı dense bile rejimin demokrasi olacağını söylemek imkansız.

Çünkü demokrasiler arasında en iyisi çoğulcu demokrasi yani %50+1’in de fazlasını içine alan ve hatta azınlığın haklarını da çoğunluğun hakları gibi koruyan yönetim şekli  iken genellikle dünyada ,bizde de %50+1 barajı nedeni ile geçerli olan çoğunluk demokrasisi bulunmakta.

Bu oranın aşağıya çekilmesi ve en iyi ihtimal %50-1 oy ile seçim kazanılması halinde ise demokrasi azınlığın yönetimi şeklinde bürünüyor ki buna da artık demokrasi demek mümkün olamıyor.

Kısaca söylemek gerekirse azınlığın çoğunluğa hükmettiği bir rejime demokrasi demek mümkün değil.

Nitekim J.J.Rouseau yönetimin azınlığı eline geçmesi halinde oluşacak rejimin Aristokrasi, tek kişinin eline verilmesi halinde ise Monarşi olacağını ifade etmişken zaten ne olduğu belli olmayan mevcut yönetim şeklinin  iyiden iyiye demokrasiden uzaklaşarak Aristokrasi ve hatta monarşiye dönüşeceğini görmek gerekir.

Üstelik yine mevcut sistemimiz, Montesquieu’nun dediği gibi  demokrasilerin olmaz ise olmazı olan kuvvetler ayrılığı ilkesini tamamen terk etmiş iken Cumhurbaşkanlığı sistemine bir de bir de azınlığa yönetme imkanı tanıyan bir düzenlemenin getirilmesi varsa kalan demokrasimizin üstüne Fatiha okunmasını gerektirir.

Biliniz yakında bu konuda iktidar ve hatta Cumhur İttifakı cephesinden “ hemen reddetmeyelim, tartışalım” gibi açıklamalar da duyacağız.

Ama hemen söylemek gerekir ki zaten mevcut hali ile demokrasimiz ucube gibiyken  Demokrasi kavramı içerisinde kesinlikle konuşulması mümkün olmayan azınlığın çoğunluğu yönetmesine imkan sağlayacak %50+1 barajının daha da aşağıya indirilmesi konusu daha başta ölüdür. Gömün gitsin.