Malumunuz olduğu üzere Yüksek yargımızda karşılıklı olarak suç duyuruları ile hukuku katletmek adına gereken ne varsa yapılıyor. Sayın iktidarımız olanlara aşağıda ayrıca yazacağım şekilde dolaylı olarak da çanak tutuyor.

Neyse bilmeyenler ve bilip de neden öyle olduğu konusunda fikir sahibi olmayanlar için kısaca açıklamaya çalışayım.

AYM ve 2010 Reformu:

AYM 1982 Anayasası ile kurulan kanunların tüzük ve yönetmeliklerin Anayasa’ya uygunluğunu denetlemekle görevlendirilmiş ve adında olduğu gibi yargı görevi gören ve kaynağını Anayasa’dan alan bir mahkemedir.

İlk amacı bu olan AYM; Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine Temel Hak ve Özgürlüklerin ihlali konusunda aleyhine en çok başvuruda bulunulan ülkeler arasında Rusya’dan sonra ikinci, aleyhine karar verilen ülkeler arasında da birinci sıraya yükselince, sayın iktidarımız, 2010 yılında yaptığı değişiklikle hem AİHM’nin verdiği kararları uygulamama nedeni ile Avrupa Konseyinin yaptırımları ile karşılaşmamak ve hem de AİHM’deki olumsuz sicilini biraz düzeltmek amacı ile temel hak ve özgürlüklerinin ihlal edildiğini düşünen vatandaşlarımızın doğrudan AİHM’ye gitmesini engellemek ve sayılarını azaltmak için araya AYM’nin denetimini getirdi.

Zamanında AYM’nin böyle bir görevi üstlenmesinin AYM’nin kuruluş amacı ile bağdaşmadığını, bunun AYM’yi asıl görevinin yapmaktan alıkoyup işlevsiz hale getireceğini ve insanlarda kafa karışıklığına neden olacağını belirtmemize rağmen bu düzenleme reform diye hayatımıza sokuşturuldu.

Bugün kafa karışıklığının sadece insanlarımızda değil; hukuk okumuş yüksek hakimlerine de sirayet ettiğini görerek az bile söylediğimizi görmüş olduk.

Can Atalay Davası ve AYM Kararı:

Avukat Can Atalay’ın, 14 Mayıs'ta yapılan genel seçimlerde milletvekili seçilmesi üzerine dokunulmazlık kazandığı ve seçildiği tarihte hakkında henüz kesinleşmiş bir mahkeme kararı olmaması nedeni ile serbest bırakılması konusunda ilgili mahkemesine bir dilekçe verilmiş ancak bu dava dosyası, mahkeme ve Yargıtay arasında pinpon topuna dönmüş ve nihayetinde Can Atalay Anayasa hükmüne rağmen serbest bırakılması reddedilmişti.

Can Atalay, Yargıtay'ın kararı sonrası az önce bahsettiğim Anayasa düzenlemesi gereğince AYM'ye bireysel başvuruda bulunmuş, AYM de Can Atalay'ın seçilme hakkı ile kişi hürriyeti ve güvenliği hakkı yönlerinden hak ihlali olduğuna karar vermişti.

Ancak tüm bu usulünde yürüyen işlemlere ve AYM’nin bu kararına rağmen yerel mahkeme ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu kararı uygulamak şöyle dursun; AYM hakimleri hakkında suç duyurusunda bulunacak kadar zıvanadan çıkmış görüntüsü verecek bir karara imza attı.

Hemen belirteyim; çoğu kimse yargıda deprem diye yutturmaya çalışsa da olayın saçmalık boyutu o kadar vahim ki ben kişisel olarak bunu değil deprem, hafif bir esinti şeklinde bile yorumlamıyorum.

Neden mi? Aslında her şey o kadar açık ki.  

Anayasanın 153. Maddesi:

Anayasa Mahkemesinin kararları kesindir. Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar. Hükmünü ihtiva eder.

Aslında bu kararlar evimizdeki yastığı, çorba kepçesini kapıdaki paspası ve hatta taharet musluğunu bile bağlar. O derece yani.

Bu açıdan baktığımızda  Yargıtay 3. Ceza Dairesi hakimlerinin verdiği karar deli işi bile olamayacak kadar saçmadır.

Ancak sorun, bu bilgilere sahip olmak değildir. Sorun bir deli kuyuya taş attı kırk akıllı nasıl çıkaracak bile değildir.

Sorun; bu Yargıtay 3.Ceza Dairesinin böyle bir karar vermesine neden olan kişi, saiklerinin ne olduğunu anlama ve ortaya çıkacak olumsuz sonuçlarına önceden engel olabilmektir.

Yani deprem yargıda değil, siyasettedir.

Sıcağı sıcağına televizyonlarda yapılan ve hukuk ile pek arası olmayan yorumcuların bile ikircikli düşüncelerini dinlediğinizde durumun böyle olduğunu kolaylıkla anlayabiliyorsunuz.

Özetle bu kişiler; AYM’nin, bireysel başvuru sistemi üzerinden kendisini süper temyiz mahkemesi olarak görmeye başladığını  Yargıtay'ın yıllar içinde oluşmuş içtihatlarıyla verilen kararların AYM tarafından yüksek mahkeme gibi bozulduğunu  ve bu nedenle yetki aşımı yaptığını,  AYM’nin, kendisini Meclis yerine koyup TBMM gibi yeni kanun yapar hale getirdiğini, oysa AYM'nin  bireysel başvurulardaki görevinin sadece hak ihlali kararı vermesi ve gerekirse, tazminat vermesi olduğunu, ancak AYM’nin yeniden yargılama kararıyla Yargıtay kararlarını yok saydığını ve bu gibi kararlar ile Fethullah Gülen, Osman Öcalan vs gibi kişilerin milletvekili seçilebileceğini ve mesi dokunulmazlık kazanacaklarını ifade ettiler.

Gözlerim açık şaşkınlık ve bu kadar cehalet ve bilgisizliğini nereden gelmiş olacağını düşünerek dinledim ve okudum.

Yine belirtelim AYM, kendisine açıkça bir başvuru olmadığı takdirde hiçbir zaman TBMM’ye yazıp da “ getirin bakalım yaptığınız kanunlar tüzükler v.s Anayasaya uygun mu demez, diyemez. Sadece ve sadece kendisinin önüne gelen başvurulara bakar.

Yine AYM, diğer yargı organlarının verdiği kararların doğru veya yanlışlığını incelemez. Verilmiş kararları değiştiremez. Ancak kanunda yazdığı şekilde Temel Hak ve Özgürlükler nezdinde denetim yapabilir.

Tıpkı Can Atalay davasında olduğu gibi kişinin masum ya da suçlu olduğuna dair bir karar veremez, ancak Anayasanın 82. Maddesinde belirtildiği gibi “seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekili, Meclis'in kararı olmadıkça tutulamaz, sorguya çekilemez, tutuklanamaz ve yargılanamaz.” Hükmünün yüksek yargı organları da dahil olmak herkes tarafından uygulanması gerektiğine karar verebilir.

Hemen ekleyelim. Bu durumda olan kişinin milletvekilliği sona erince cezası ilgili kişiye çektirilir. Yapılan, sadece millet iradesine saygı göstermek adına bu kişiye milletvekilliğini yapabilme hakkı tanımaktır.

Sanırım yeterince açık.

Hadi şunu da açalım.

Milletvekili seçilebilmek için Yüksek Seçim Kurulundan milletvekili seçilmede bir engel bulunmadığına dair bir karar alınmak zorunda.

Yani hakkınızda milletvekili seçimine engel bir durum varsa yani hakkında milletvekili seçimine engel olacak kesinleşmiş bir cezası olan kişi cezası infaz edilmiş olsa bile değil milletvekili seçilmek; milletvekili adayı dahi olamaz.

Yani iddia gibi Fethullah Gülen, Osman Öcalan vb gibi kişilerin seçilmek şöyle dursun aday bile olmaları mümkün değildir.

Sonuca gelirsek her konunun bu kadar net ve belirgin olduğu yargı ve kanunlar çerçevesinde yaşananların yargıda deprem şeklinde nitelemek mümkün değil.

Bir deprem var ve bu depremin merkez üssü siyaset.

Siyaset mühendisliği içinde, yeni bir anayasa yapmaya zemin hazırlamak, gündem değiştirmek, bakanlıklara çöreklenmiş tarikat ya da adına her ne deniyorsa farklı guruplarda toparlanan kişilerin birbirlerine güç gösterisi yapması ya da  ittifak içinde yer alan partilerin birbirlerine parmak sallaması her ne derseniz artık. Depremin nedeni siyasetten başka bir şey değil. 

Ne olduğunu göreceğiz. Ancak bu kayıkçı kavgası nasıl sonuçlanacak veya nelere gebe üzerinde  akıllıca düşünmek gerekiyor.

Son noktayı şöyle koyalım.

Hukukçu Kimliklerinin Riske Atılması:

Yargıtay 3.Ceza Dairesi üyelerinin az buçuk hukuk ve Anayasa okuduklarını kabul ettiğimizde hangi saikler ile AYM hakimleri hakkında suç duyurusunda bulunulması gerektiğine dair kararın altına imza attıklarını da ciddi ciddi düşünmek gerekiyor.

Acaba bunca senelik hukukçu kimliklerini riske atmaları ve bulundukları konumlarını kaybetme tehlikesini göze almaları için kendilerine bir şeyler taahhüt edilmiş olabilir mi?

“Yok artık daha neler “ demeyi çok isterdim.

Bu kez kesin son:

Sayın İktidarımızın kafalarından farklı sesler çıkmasına da kanmayın.

Bu farklı söylemler “Minareye çık at beni, aşağıya in tut beni” kıvamında.