Sayın okuyucular,

Türkiye, iktidar mafya arasında yaşanan suçlama ve yapılan suçlamalara verilen cevaplar içerisinde çalkalanıp duruyor.

Organize suç örgütü lideri olmakla suçlanan Sedat Peker’in yayınladığı 8 adet videonun yüz milyondan fazla kez izlendiğini düşünürsek yapılan suçlamalara toplumun ciddi bir önem verdiğini ya da en azından dikkatini çektiğini söylemek mümkün.

Elbette ki bu iddialarda bulunan kişinin, geçmişi ve şu anda organize suç örgütü kurmakla suçlanan bir kişi olması nedeni ile güvenilirliği tartışılsa da zamanında iktidar üyeleri ve yine kendisinin iddiası doğrultusunda iktidara yakın bazı güç odakları ile ilişkisi olduğu tüm kamuoyu tarafında bilinmektedir. Kaldı ki adı geçen kişiler ileri sürüdüğü iddiaların içeriğini kabul edilmese bile yer, zaman ve kişi bazında muhatapları tarafından tamamı ile reddedilemedi.   

Bunlardan en önemlisi ya da bana göre dikkat çekeni Binali Yıldırım’ın oğlunun da içinde bulunduğu uyuşturucu ticareti yaptığı iddiasıydı.

Bu videolar neden bu kadar izlendi sorusunun sosyolojik tartışmalarına  girmeden ifade etmeliyim ki Sedat Peker’in iddiaları yer, zaman ve olay ve olayın içindeki kişiler dikkate alındığında ve üstüne üstlük muhataplarının çelişkili ve akla uymayan açıklamaları karşısında kamuoyunun dikkatini yükselen bir trend ile ilgisini çekmeye başlaması daha da kaçınılmaz olacak. Hatta kimi kesimler tarafından bir televizyon dizisi gibi bir sonraki bölümün merakla beklenmesine yol açtı.

Buradan sonra yazdıklarımın daha iyi değerlendirilmesi için şu kısa açıklamayı yapmayı uygun buluyorum. Sedat Peker’in kim ya da ne olduğunu  bir yana bırakırsak; bir sözün doğruluğu, o sözü söyleyenin kişiliğine bakılarak değerlendirilemez. “Aynı sözü Ahmet söylüyorsa doğru; Mehmet söylüyorsa yanlıştır”, demek mümkün değildir.

Şimdi biraz geriye gidip birbirinden bağımsız şekilde gerçekleşen olayların arasında ne gibi bağlantılar olabileceğini,  iddialar ile bu bağlantılar dikkat alındığında ne gibi sorular sorulması gerektiğini ve bu soruların nasıl cevaplanacağına bakalım.

2020 yılında Türkiye peynir cenneti olmasına rağmen bir karar ile sıfır vergi ile yıllardan beri Escobar nedeni ile uyuşturucu üretim ve ticareti yapılan Kolombiya’ya komşu Venezuella gibi çok uzak bir ülkeden peynir ithal edilebileceği yönünde karar alındı. Bu arada hemen belirtelim ki Venezuella’daki ekonomik ve siyasi çalkantılar nedeni ile Kolombiya sınırının neredeyse kontrol edilemez hale geldiği ya da planlı şekilde bu hale getirildiği de düşünülmektedir.

Ekim 2020’de Venezuella’da peynir içinde yurtdışına çıkarılmaya çalışılırken ele geçirilen 119 KG kokain yakalandı.

Aradan iki ay geçmeden Binali Yıldırım’ın da kabul ettiği üzere oğlu Venezuella’ya gitti.

Yine bu süreçler içinde Venezuella Petrol Bakanı olan Tareck el Aissami’nin 4-5 kez Türkiye’ye geldiği belirtildi. Ki bu kişinin uyuşturucu kaçakçısı olması nedeni ile ABD tarafından arandığı da öğrenildi.

Raslantıdır ki; Binali Yıldırım’ın oğlu ile aynı tarihlerde resmi bir Türk heyetinin Venezuella’da olması, bu heyetle birlikte resim vermesine rağmen bu heyet içinde adının olmaması da dikkat çekiciydi. Ki yine Binali Yıldırım’ın oğlunun bu heyet içinde yer aldığı da söylenmedi.

Binali Yıldırım; Sedat Peker tarafından ileri sürülen iddiaları şiddetle reddetmesine ve bu konuda yasal çalışma başlattığını belirtmekle birlikte savunma olarak verilen ifadeleri de çelişkili hale geldi.

Televizyona verdiği röportajında önce  oğlunun iddia edilen tarihten 1-2 ay önce Venezuella’ya gittiği, beraberinde maske ve test kiti götürdüğünü ifade etti . Daha sonra başka bir gazeteciye de “Venezuella’da başka fırsatlar var mı diye bakmaya gittiğini” söylemesine rağmen  bir süre sonra Gümrük Genel Müdürlüğünden Venezuella’ya maske ve test kitinin gönderilmediği açıklanınca bu defa akla zarar bir bahane ile maske ve  test kitlerinin bir valiz içinde götürüldüğü halen milletvekili olan ve Yıldırım ailesinin avukatlığını da yapan kişi tarafından açıklandı.

Bir valiz dolusu maske ve test kitinin Venezuella gibi ekonomik ve sosyal sallantılılar içinde bulunan bir ülkeye bile dilenciye bahşiş verir gibi yardım diye götürülmesi  sanırım AKP seçmenini bile tatmin etmemiştir. 

Son olarak yakalanan uyuşturucuların bulunduğu konteynerlerin  konişmentolarında yazan sahiplerinin henüz açıklamada bulunmadıkları  ve iddiaya göre gazetecilerin telefonlarına çıkmadığı da ileri sürüldü.

Yine Sedat Peker’in iddiasına göre ve  gelen uyuşturucunun Akdeniz’de küçük yatlar ile gemide alınıp yurda sokulduğu, yine Sedat Peker’in hedefinde olan Mehmet Ağar’ın bir yat limanının yönetim kurulu başkanı olması ve geçmişte faili meçhul uyuşturucu baronları ile ilişkilendirilmeye çalışılması da bence şu an değil ama daha sonra ortaya çıkabilecek gelişmeler nedeniyle üzerinde durulması gerekebilecek  ayrı bir detaydır.  

Söyleyenin kimliğine bakmadan ileri sürülen iddialar Türk Hukuku açısından en azından bir MAKUL ŞÜPHE sonucunu doğurmakta ve soruşturma yapmayı gerektirecek kadar tutarlı görülmektedir. 

En azından Venezuella’da yakalanan uyuşturucunun yük sahibi gemi konişmentosundan anlaşılmış olması nedeni ile şirket işleri ve geçmişinin araştırılması, bağlantılarının ve ilişkilerinin tespit edilmesi, uyuşturucunun konteynerlerin boşluklarına sokularak saklanmaya çalışılmış olduğu bilgisi dahilinde bu konteynerlerin kim tarafından yüklenildiği, Türkiye’de kim tarafından gümrük işlerinin yapılacağı, konteynerin sahibinin kim olduğu, Türkiye’de karşılama limanındaki muhatapların kimler olduğu  sorgulanmalı, Türkiye’ye gelen Venezuella Petrol Bakanı Tareck el Aissami’nin Türkiye’ye geliş gidiş tarihleri, Türkiye’de kimler ile görüştüğü, hangi şehirlerde olduğu resmi bir ziyarette bulunup bulunmadığı , bir valiz bile olsa Binali Yıldırımın oğlu tarafından götürüldüğü iddia edilen test kitlerinin kimden ve ne zaman alındığı, faturasının olup olmadığı, Venezuella’da hangi kişi ya da makama teslim edildiği, belirlenmelidir.

Bu sorgu sonucunda umarım ki her şeyin normal olduğu ve Sedat Peker tarafından ileri sürülen iddiaların yalan olduğu ortaya çıkar. Ve bence Binali Yıldırım ve oğlu ile bu işin ucu kime dokunacaksa bu kişilerin de yapması gereken budur. Kamuoyu önünde aklanmak.

Ancak soruşturmada farklı bir sonuç ortaya çıkar ve soruşturmanın derinleştirilmesi  ve sorulara verilecek cevapların doğuracağı başka soruların da cevabının araştırılması gerekir.

Her iki halde de varılacak sonuç dahilinde topluma ve yurtdışında Türkiye’ye yakıştırılmaya çalışılan nüfuz kullanılarak uyuşturucu ticareti yapılıyor şeklinde gelişen yargılara karşı en azından bu tür iddiaların soruşturulduğun gösterilmesi ve  gereğinde bir bedel de ödetilmesi  ve bu şekilde hukuka ve adalete üstünlük tanınması şarttır.

Ama zurnanın zırt dediği yer şurasıdır.

Normal şartlarda CUMHURİYET SAVCISI niteliğini taşıyan bir hukuk adamının yine normal şartlarda sahip olması gereken güvence ile böyle bir soruşturmayı yapması beklenirken;  sadece Savcı haline getirilen ve güvencesiz kalmış bir hukuk adamından böyle bir şey beklemek sanırım fazla saflık olur.