İslam ve Tasavvuf arasındaki farkı anlatmak için Hz. Yunus ve Yunus Emre önderliğinde bu iki zıt kutbu aktarmaya çalışacağım.

Tasavvuf ‘un alt yapısında sanıldığının aksine nefsi terbiyesi ile ön plana çıkılmaya gayret gösterilse de en son aşamada kendini Fenafillah mertebesinde ilah olarak görmesi yatar. İslam'da ise Allah tektir ve ortağı yoktur ve bütün noksanlıklardan münezzehtir.

Bu örnek bile İslam ve Tasavvuf ‘un bağdaşamayacağını göstermeye kafidir. Daha birçok nokta var, mesela İslam da olmayan fakat Tasavvuf 'da olan hulül (reenkarnasyon) inancı gibi. Fakat biz bu yazıda o kadar detaylara inmeyeceğiz.


Birinci bölüm de Hz. Yunus'un Kur'an Kısası ve yorumuna, ikinci bölümde ise Yunus Emre'yi yakından tanımaya ve ikisinin aynı dinden olmadığını da son kısım da göstermeye çalışacağız. Konumuza Kur'an ile başlayalım:

136. «Biz, Allah'a ve bize indirilene; İbrahim, İsmail, İshak, Yakup ve esbâta indirilene, Musa ve İsa'ya verilenlerle Rableri tarafından diğer peygamberlere verilenlere, onlardan hiçbiri arasında fark gözetmeksizin inandık ve biz sadece Allah'a teslim olduk» deyin.  Bakara Suresi

Kur’an’a göre Peygamberler arasında fark yoktur. Hepsinin ortak paydası dini tebliğ etmek ve tek olan Allah'a yönlendirmek olduğu için, aralarında fark gözetilmez. Fakat Peygamber kısasların da farklı dersler vardır. Bu yazıda Hz. Yunus kısasından anladığımı sizinle paylaşmak istiyorum.

Tarihi kaynaklara güvenecek olursak Yunus Peygamber bugün ki Irak'ın Musul bölgesine yakın olan Asur İmparatorluğunun kenti Ninova denilen bölgeye gönderilir.

Peygamberlik gereği ısrarla kavmine tebliğ de bulunur ve tek olan Allah'a iman etmelerine çağrı da bulunur. Fakat kavmi çağrısına kulak vermeyerek inkarlarını devam ederler.

Bunun üzerine Hz. Yunus Peygamber olarak gönderildiği şehirden ayrılır. Kur'an bu davranış üzerine ilginç ve düşündürücü bir şekilde, görev yerinden kaçtığını ifade eder.


Hani o, sahibinden kaçmış köle gibi, Rabbinden izinsiz vazife yerinden ayrılmış ve dolu bir gemiye kendini atmıştı.
Sâffat suresi 140. Ayet


Bunun üzerine Yunus Peygamber tövbe eder:
Artık Rabbinin hükmünü sabırla bekle. Balık sahibi (Yunus Nebi) gibi olma. Hani o çok üzüntülü ve hüzünlü olarak seslenmişti.
Kalem Suresi 48 ayet


Balık Sahibini de hatırla. Hani o kavmine kızarak gitmiş; bizim kendisini hiçbir zaman darda bırakmayacağımızı zannetmişti. Balığın karnına girince karanlıklar içinde: “Senden başka ilâh yoktur. Sen her türlü kusurdan, eşi-ortağı olmaktan uzaksın. Şüphesiz ben kendine yazık edenlerden oldum” diye yakardı.
Enbiya Suresi 87.ayet


Yunus Peygamber de almamız gereken derslerden biri özeleştiridir. Özeleştiri kendini sürekli sorgulamak ve bu şekilde hataların farkına varmak ve gerektiğin de tövbe etmeği bilmektir. Tövbenin kelime anlamı pişmanlık ve hatadan dönmektir.

Fakat kendinde kusur görmeyen kendi düzeltmez, hatasız olduğunu, kusurun varsa başkalarında olduğunu düşünür. Bu düşünce insanı kibirliliğe götürür. Kibirlilik varsa mutlaka peşinden cahilliği de getirir.

Kibir her şeyi bildiğini zan eder, alim işe her yeni bir şey öğrendiğinde eksikliğini fark eder ve öğrenme arzusunu diri tutar. Hz. Yunus'un özeleştiriye nasıl başladığına bakın, "Senden başka ilah yoktur! “İlginç değil mi? Hz. Yunus kendini eleştirmeye başlarken Allah'tan başka ilah olmadığını ifade ediyor. Tek kusursuz olan Allah olduğunu yakarıyor.

Yani kibirliliğin, büyüklenmenin Allah'a mahsus olduğunu ifade ediyor. Okuduğumuz da dikkat çeken diğer nokta, kavmini dile getirmiyor, kendi vazifesini yapmadığı için yakarıyor. Ben suçluyum ama kavmim de suçlu demiyor.


Peygamber bizim için bir rol model ise ve biz bu kitabın muhatabı isek bu Kısası bugün için nasıl anlamalıyız? Yunus Nebi gibi özeleştiri yapabiliyor muyuz? Zalimden Allah hesap sorar, biz kendimiz hesap verebilecek miyiz?


Bildiğimiz doğruları esirgemeyelim, çevremiz de kimse bizi dinlemiyorsa ve inanmıyorsa, yalnız kalsak dahi, davamızdan dönmeyelim. Doğruları söylediğimiz için gözden düşmeye korkmamalı, bizi seven bizi terk etse bile kendi nefsimizi değil Allah'ı daha çok sevmemiz gerektiğini hatırlamalıyız.

Bu geçici Dünya’da duruşumuz ile ve imanımız ile bunu kanıtlamalıyız. Bu yol meşakkatli yol, yalnızlaşmayı göze almalıyız. Dokuz köyden kovsalar bile onuncu köye ulaşmaya çalışılmalı. Bu yolda hedef değil vazife önemli.


Gelelim yazının ikinci kısmının konusu olan Yunus Emre'ye. 13 yüzyılda yaşayan ve Halk ozanı, şair, derviş ve Türk mutasavvıf olarak bilinir. Yunus Emre’nin hangi tarikattan olduğu tartışılmaya devam edildiği halde, Sünniler ve Aleviler hatta ateistler (hümanist kimliğini) tarafından benimsenmiştir.

Sünni kesim Nakşibendi veya Kadiri tarikatından olduğunu göstermeye çalışır, Aleviler ise Tapduk Emre’nin mürşidi olduğu için Bektaşi olarak kabul eder. Biz bu tartışmalara girmeden Hz. Yunus ile Yunus Emre farkını anlatmaya çalışalım. Önce Abdülbaki Gölpınarlının hazırladığı Yunus Emre Divanı kitabına bakalım:


Din ve şeriat kayıtlarından sıyrılmış, yetmiş iki millete bir gözle bakmış, bir kaynaktan çıkan suyun acı, tatlı olmayacağına kanaatini elde etmiş, şeriat oğlanları dediği hocaları bile istihfafla (küçümseme) bakmamış, kulken Tanrı olmuş, Tanrı iken kulluğa tenezzül etmiş, aynı zamanda kuldan da sultandan da fariğ (vazgeçmiş) olmuş. Hatta nihayet bu vecdi, bu heyecanı, bu hatayı bile ehemmiyetsiz bularak ye'se (karamsarlığa) düşmüştür.


Tanrı ve Kul ayrımı konusun da belki kafalar karışmış olabilir. Daha net anlaşılsın diye Yunus Emre Divanın 'dan bir alıntı ile devam edelim:
Hem batınam hem zahirem hem evvelem hem ahirem
Bu cümlesini yaratıp hem tertibim kılan benim
Ol Kadir-kün feyekün lütfedici Sübhân benim
Kesmedin rızkını veren cümlelere sultan benim
Kar yağdıran buz donduran hayvanların rızkını veren
Şöyle bilin ol mahluka ol Rahman ü Rahim benim
Bin bir adı vardır bir adı da Yunus, ol sahibi Kur'an benim
(Yunus Emre; Kültür Bakanlığı ,1275 Kültür eserleri 161, sayfa 361)


Okuduğunuz gibi Yunus Emre kendisini Rahman ve Rahim olarak görüyordu.


Şimdi Hz. Yunus ile Yunus Emre'yi karşı karşıya getirelim. Hz. Yunus af dilemek için Allah'tan başka ilah olmadığını vurguluyor ve Allah'ın emirlerini yerine getirmediği için kendisine yazık ettiğini söylüyor.

Diğer taraftan Yunus Emre kendisinin tabiatı yarattığını ve kontrol ettiğini herkese rızık verdiğini ve hayvanların bile rızkını unutmadığını, zamansız olduğunu en sonun da Rahman ve Rahim olduğunu söylüyor. Verdiğim örneklere bakarak, Peygamber Yunus'un ve Yunus Emre’nin aynı dinden olmadığı net bir şekilde görünüyor.

Daha birçok örnek verilebilirdi bu konu ile ilgili.


Makaleyi daha da uzatmamak adına daha fazla Beyte yer vermedim. Meraklılar benzer sözleri Yunus Emre Divanını okuyarak bulabilir. Bir önceki yazıda vurguladığımız gibi, İslam ve tasavvuf kesinlikle bağdaşmaz.


İslam, Allah ile kul arası belirgindir ve imanın en önemli şartı olan Tevhit inancı bu noktaya vurgu yapar. Tasavvuf ise nihai hedefi Allah ile bir olmak ve sonun da Yunus Emre'nin dediği gibi Rahman ve Rahim olmaktır.


Son olarak şunu söylemek isterim, kim neye inanıyorsa inansın, ama en azından dürüst olsun. Millete Yunus Emre'yi doğru tanıtın. İslam ve tasavvufun bir olduğunu veya özü olduğunu tekrarlayıp durmayın. Allah hepimize özgür irade vermiş, ister Yunus Peygamberi veya Yunus Emre yi örnek alın. Bende özgür irademi kullanarak derim ki;


Yunus Emre sizin olsun bana Yunus Nebi yeter.

Saygılar ve selamlar